TELEPATİ -DURUGÖRÜ VI 

Geleceğin bilinip bilinemeyeceği genelde hep yanlış anlaşılan bir konu. Bunun için birçok ayet ve hadis olmasına rağmen, bunun yanında hemen bazı ayet ve hadisler örnek gösterilmekte, ama sistem göz önüne alınıp bu ifadeler bir bütün olarak değerlendirilmediği için de maalesef, bir türlü yerli yerine oturtulamamaktadır. Daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz üzere, iki tür gayb vardır. Birincisi İzafi Gayb, ikincisi de Mutlak Gayb. İzafi gayb, belli bir zaman içinde bilinmeyip ancak bilimin ve teknolojinin gelişmesiyle o şeyin artık bilinir hale gelmesi ya da bakış açısına göre bir boyuta nispetle bilinen şeylerin, diğer boyut açısından bilinememesi durumudur (Kuran’da bu türden ayetler mevcuttur). Mesela, geçmişte hava olaylarının bilinememesine karşın günümüzde, gelişmiş elektronik cihazlarla birkaç gün için o bölgedeki havanın nasıl olacağı neredeyse yüzde yüz olarak bilinebilmesi (bugün hava durumu çok geniş bölgeler göz önüne alınarak bize bildirildiğinden yanılgıların oluşması çok doğal) ya da eskiden moleküller, atomlar, atom çekirdeği  parçacık boyut ve reaksiyonları...vs. gayb hükmünde iken bugün artık bu boyutların gayb hükmünden çıkarak bilinir hale gelmesi gibi. Boyutsal anlamda dediğimiz cin boyutu, melekler boyutu, berzah boyutu, cehennem ve cennet boyutları, geçmiş, şimdi ve geleceğe ait olan boyutlar da izafi gayb hükmünde olup birimin kendi hakikâtini tanıdığı oranda o boyutlar gayb hükmünden çıkmakla bilinir, hissedilir ve yaşanılır hale gelebilmesidir. Düzeylerine göre istidraç sahipleri ve Evliyaullah nazarında bize göre gayb olan şeylerin, onlar açısından gayb olmamasının nedeni budur. Keza aynı durum, Resul ve Nebiler için de geçerlidir. Aynı şekilde bize gayb olan şeyler cinlere, cinlere gayb olan şeyler  meleklere, meleklere gayb olan şeyler de Ana Ruha gayb değildir.

Mutlak Gayb ise, Allah’ın Zatıdır ki orada İlim ve Teklik anlayışı düşer. Yaşantısından bile söz edilemez. Bu sebeple, bilinen ve bilinmeyen tüm kavramlar düşer. Ebu Bekir (ra)’ ın, “ Allah’ı idrak, idrak edilememenin idrakıdır” ya da “Gaybı Allah’ tan başkası bilemez”  ifadeleri de bu Mutlak Gaybla alakalı olan cümlelerdir. Mistik alanda belirtildiği üzere, Zata ait olan tüm kavramlar bile, Sıfat boyutundan ifade edilmektedir. Çünkü, bir boyutun yaşantısı bir alt boyuttan, o boyuta göre anlatılabilmekte, tanımlanabilmektedir. Mutlak Gayb dolayısıyladır ki, bizler Allah’ı, Esması (özellikleri) ve Sıfatları (vasıfları) kadar tanıyabiliriz. Zaten hadiste de “Allah’ ın Zatını tefekkür etmeyin, yarattıklarını tezekkür edin yani düşünün” denmiyor mu? Ayrıca, boyutsal (İzafi) gayb ile ilgili olarak işin püf noktası bu ayette gizli. Çünkü biz Allah’ın yarattığı şeyler derken hâlâ 19.yy materyalist anlayışıyla beş duyuya göre varsaydığımız maddesel âlemi Allah’ın yarattığı şeyler olarak düşünüp göremediğimiz, algılayamadığımız boyutları, varlıkları yaratılmamışlık boyutuna ait olan ya da şu an için yaratılmamış şeyler, boyutlar olarak değerlendirmekte, bu nedenle de şartlandırıldığımız gibi bu boyut ve kavramların bilinip algılanamayacağını, kavranılamayacağını zannetmekteyiz. Oysa yaratılanlar ve düşünülmesi, tefekkür edilmesi istenilenler, sadece moleküller, atomlar, atom çekirdekleri, çeşitli enerji seviyelerindeki tanecik ve enerji ... boyutları değil, bunların içinde cinler, melekler, kabir, mahşer boyutları, cehennem ve cennet boyutları, geçmiş, şimdi ve geleceğe ait tüm bilgiler de bulunmaktadır. Çünkü tüm bunlar Allah’ın Zatı ile kaim, tüm Esma ve Sıfatlarına sahip Ruh Adlı Meleğe ait bilgiler olup Ruh Adlı Meleğin kendisi de Allah’ın ilminde yaratılmış olan ilk varlıktır. Bu yüzden, yaratılmış olan her şeyi düşünün, tefekkür edin ifadesi, otomatikman o noktalara ulaşılması, O Ruhun Bilinciyle rezonans kurulması, O Ruhla özdeşleşilmesi halinde tüm bunların bilinebileceğini, haliyle gayb hükmünden çıkacağını göstermektedir.

Bu boyutsallık ve dolayısıyla İzafi Gayb hükmüncedir ki Hz Resulullah’ın, “...(gelecek hakkında) vallahi soru sorulan dahi bunu bilmiyor...”, “ kim Muhammed yarın olacak şeyi bilir, der yalan söylemiştir”, “Allah’ın bildirmesi dışında ben bilmem”, “gaybı Allah’ tan başkası bilmez” şeklindeki ifadeleri hep maddi değerler boyutundan konuşmalar olup bulunduğumuz boyutun gereği olarak, geleceğin ve gaybın bilinemeyeceğini dile getirmekte, bunun yanında, vehmi benliğinin hiçbir zaman var olmadığını, kendi varlığında İlim ve Kudretiyle açığa çıkanın Allah olduğunu vurgulayarak da insanları kendi Özlerine yönelik Hakikatlerini tanımaya yönlendirmektedir. Buna karşın, “Allah’ın insanı, adının bile geçmediği “an” da (boyutta) meydana getirmesi”, “insanın yokken Kuran’ın (ki bildiğimiz mushaf değil, tüm boyutlarıyla varlık yani, Ümmül Kitap’tır) var olması”, “ Allah’ın önce Kalemi halk etmesi, Allah’ ın ilkin Hz Muhammed’in (sav)Nurunu yaratması ve bütün mahlukatın nurunu da onun Nurundan halk etmesi”, “Adem’in su ile çamur arasında iken Hz Muhammed’in (sav) Nebi olması”, “Kuran’ın önce levhi mahfuza oradan da dünya semasına bir defada inmesi ve bunun da peyder pey bulunduğumuz boyutta açığa çıkışı ya da Hz Muhammed’e (sav) Kuran’ın bir defada inmesi yani, zaman kavramının mevcut olmadığı “an” da Levhi mahfuzda şifreli olan Kuran’ı(Ümmül Kitabı) bir defada okuması ve bunun vahiy ile belli bir süreç içinde bulunduğumuz boyut gereğince açığa çıkması”...vb ifadeler de bulunduğumuz boyutla alakalı, beş duyu dünyasına ait anlayışlarla anlaşılabilecek şeyler olmayıp Öz boyutlardan ifade edilen ve ancak o boyuttan (boyutlarca) idrak edilip, hissedilip yaşanılabilecek sözlerdir. Bu yüzden, algıladığımız maddesel dünyaya ait bilgi ve şartlanmalı anlayışımızı bir kenara bırakıp objektif olarak o boyut bilgilerini öğrenerek, anlayarak, bunları kendimizde, çevremizde, evrende ve sistemde görmeye çalışmalıyız. Şartlanmalarımızın ötesinde sistemi tanımlamaya çalışan günümüz modern biliminin bulguları, artık bu konuları anlamamızı da tamamen kolaylaştırmıştır. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, gerçek anlamda Kuran Okumak tabanında dahi, Levhi Mahfuzu Okumakla ya da günümüz diliyle Levhi Mahfuzda kayıtlı bulunan şifreleri kırmakla mümkündür.

Dolayısıyla, bir alt boyuta ait olan gerçeklerden yola çıkarak diğer bütün üst boyutları buna göre tanımlayamaz ve o üst boyut bilgilerini yorumlayamayız. Her boyut kendi kuralları, kendi bakış açısıyla mevcuttur. Bu nedenle boyutları, boyutsal farklılıkları göz önüne almaksızın düz bir bakış açısıyla bakılıp değerlendirildiği için bakana göre çelişki gibi görünen bazı ayet ve hadisler vardır ki mesela, bir taraftan “biz yerleri, gökleri ve arasındakilerini oyun, süs ve eğlence olsun diye yaratmadık” (1), “ Allah gökleri ve yeri Hak olarak yarattı. Bunda müminler için ibretler vardır”(2) derken diğer taraftan da “ dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir” (3), “biz dünya semasını yıldız ziynetleriyle süsledik” (4), “ ...(yıldızların var oluşunun bir nedeni hakkında) yıldızlar süs olsun diye yaratıldılar (hadis)” denilmesi gibi. Oysa  birinci ifadeler, bulunduğumuz somut boyuta göre anlatılmış olup gerçekçi bir dünyanın varlığından, sistemlerden, belli bir amaca dönük, amacı olan işlevlerinden söz ederken, ikinci ifadeler de üst boyut bakış açısı yani, Bilinç Boyutu itibariyle ifade edilmiş olup her şeyin bir hayalden ibaret olduğunu vurgulamaktadır. Ancak yine bu boyutsal farklılıktan ötürü, üst boyutsal bakış açısı, alt boyuttaki gerçekliği ortadan kaldırmamakta, bu somut dünyada elde ettiklerimizin sonuçlarını yaşadığımız dünyada yada dönüşüme uğrayarak ölüm ötesi boyutlarda yaşayacak olmamızı yok etmemektedir. Çünkü her ne kadar bilinç boyutlarınca varlık Tek ve hayal olsa da, o boyutlarla birlikte aynı anda mevcut bulunan çokluk boyutu da kendi boyutsallık katmanları ve kurallarıyla, işlemekte olan sistemleriyle sonsuza dek var olmaktadır. Kısacası, madde boyutunda yaşayıp da her şeyi bu boyuttan ibaret sanıp her şeyi bu boyutça anlamaya çalışmak ne kadar yanlışsa aynı şekilde, üst boyut bilgilerini ya da bilincini algılayıp bu boyutu kaale almamak, adeta yok saymak da o kadar yanlıştır.  

Keza Kuran’da, Resul ve Nebilerin boyutumuza hitap eden benzer ifadelerini de bu tarzda düşünmemiz gerekir. Yoksa, miraç hadisesi ile kabir alemini, berzah alemini, cehennem ve dahi bunların ötesinde cenneti ve sonsuz boyut ve yaşamları yani, bizim evrenimizi değil sonsuz big-bangle var olmuş evrenler ve boyutlarını kısacası Kâinattaki tüm sistem ve düzeni “an” içinde müşahede edip bunların kaynağı olan Ruh Adlı Meleğin Özü olan Rabbi ile görüşen ve bunun sonucunda da cinlere, meleklere gayb hükmünde olan tüm gerçekleri görüp, müşahede edip değerlendiren ve peşinden de, “Beni gören Hakk’ı görmüştür” diyerek bizleri bilgilendiren Resulullah’ın, zamansızlığın ve o boyuttaki İlimin yanında, zaman ve ona bağlı değerlerin, çeşitli boyutların hiçbir ifade etmediği mesela, geleceği bilmemesi mümkün müdür?. Mümkündür diyorsak o taktirde de ne zamandan, ne “an” dan ne de boyutsallık kavramından haberimiz var demektir. Ve bu kavramlar anlaşılmadığı müddetçe de ne Allah kavramını, ne onun yarattığı varlık ve sistemini, ne de kendimizi kısacası Kuran ve Resulullah’ı anlamış olacağız. Yani asla anlayamayacak, bunlara dikkat etmeden görüş bildirenlerin de düşünen beyinlerin soruları karşısında çelişkileri hiç bitmeyecektir. 

Hz Muhammed’in (sav) bu konuyla ilgili birtakım mucizelerine geçmeden önce, genelde hep sorulan ve inançsız olanların da devamlı ön plana çıkarttıkları bir konu da Resulullah’ta diğer Resul ve Nebilerdeki kadar çok mucizenin olmayışıdır. Yani, Musa (as) ya da İsa (as)’a bakıldığında onlar kadar çok sayıda ve bir o kadar da etkili mucizeler görülmemesidir. Bu da zirve İnsan olan Hz Muhammed’in (sav), bu Resul ve Nebilerin altındaki bir konumda olduğu ya da onda bir eksiklik düşüncesi oluşturduğu, onun üstünlüğü ile çelişkili bir durum meydana getirdiği izlenimi vermektedir. Oysa bunun cevabı oldukça basit. Bir defa Resullerin birbirlerine olan üstünlüğü Kemalatları dolayısıyladır. Bu yüzden üstünlük,  ortaya konan mucizelerle değil, açığa çıktığı kemalatla alakalıdır. Dolayısıyla, ikinci olarak  da Hz Muhammed’in (sav) ortaya koyduğu şeyler Kudret yerine İlim ağırlıklıdır. Kaldı ki bu ilim de, Sıfat boyutuna ait olan ilim değil, Zati ilimdir. Bu yüzden Kuran, onun en büyük mucizesidir. Ve bu İlim öyle bir İlimdir ki, ne geçmişte ne de gelecekte diğer nesiller de dahil, kıyamete kadar bu denli zirve noktadan derinlikli ve geniş olarak açığa çıkmayacaktır. Bu neslin, dünya üzerinde var olmuş ve olacak nesiller içerisinde çok şanslı ve üstün olmasının nedeni de budur. Resul ve Nebilerin ortaya koydukları mucizeler, onların sahip oldukları ilmin yanında hiçbir değer ifade etmediği gibi, bu üstün insanların sahip olduğu İlim de Hz Resulullah’ın ortaya koyduğu İlim yanında bir hiçtir. Keza, Onun aynası olan İmamı Mehdi lakaplı O Zat da, Zati İlim ile açığa çıkacağı içindir ki Deccal, Kudret sıfatı ile açığa çıkan ve Zati boyuta sıçrama yapacak olan İsa (as) tarafından yok edilecektir. Buna biz, İmamı Mehdi’nin Hz İsa (as) adı altında o kudreti ortaya koymakta olduğunu da söyleyebiliriz. Veliler arasında da ilmi keramet, kevni yani, kudrete dayalı olan kerametten üstün olduğu için onlarda da zahiri olarak olağan üstü olaylar sıkça görülmez.

Çok sayıda olmasa da tüm Nebi, Resul ve Velilerde de çeşitli düzeylerde ortaya konan mucizeler elbette Resulullah’ta da aynen görülmüştür. Bunlar, maddi ve manevi rahatsızlıklara şifa verme (ki bunların içinde yaraları tam iyileştirme, kırılan kemikleri bir ovalamayla hemen anında iyileştirme, kopan organları parçaları, tekrar yerine yerleştirme, cinni etkilere maruz kalmış kişileri kurtarmayı söyleyebiliriz), materyalizasyon (yoktan üretme ya da az sayıda veya miktardaki nesnelerin çoğaltılması), psikokinetik etkilerinin (cisimlerin hareketinin) yanında telepati ve duru görünün tüm türlerini de tam ve eksiksiz bir biçimde ortaya koymuştur. Mesela, insanların beyinlerinden geçen tüm her şeyi, düşünceleri okuyor, niyetlerini bilebiliyordu. Hatta o ana kadar hiç görmediği ve çok uzaklardan gelen insanlara da bu yeteneğini açıkça gösteriyordu. Sistemi Afaki yönüyle bilmeye de örnek teşkil eden bir olay da Ebu Cehil, yerden birkaç taş alarak Hz. Resulullah’a, eğer Nebiyse bunların sayısını bilmesini ister. Hz. Muhammed (sav) ise, buna cevap vermek yerine ona, önce kendisinin gizlice taşları saymasını bundan sonra yanıt vereceğini söyler. Ebu Cehil biraz uzaklaşıp arkasını döner ve denileni yapar. Sonunda Hz. Muhammed (sav) taşların sayısını doğru olarak söyler. Ama Ebu Cehil, isminin anlamını ortaya koyacak davranışlar sergileyerek iman etmeyi ret eder.

Durup dururken bir anda, Habeşistan meliki Necaşi’nin öldüğünü söyleyip cenaze namazını kılmış bir hafta sonra Habeşistan’dan gelenlerce olayın aynı gün gerçekleştiği doğrulanmıştır. Bununla birlikte insan beyinlerine etki ederek daha doğrusu kendi meleki güçlerini kullanarak onlarda çeşitli davranışlar, sesler, görüntüler meydana getirebilmekteydi. Mesela, bir gün bir ağaç gölgesinde dinlenirken Arabın biri gelir kılıcını çeker, “seni benden kim korur” sözüne karşılık Resulullah, “ Yüce ve Celil olan Allah korur” der demez o an adam durup dururken kendinden geçer, eli titrer ve biri ardından itmişçesine  kafasını ağaca toslayıp yere düşer. Sonra onun kılıcını alarak, “ şimdi benim elimden seni kim kurtaracak” der ve sonra adamı affeder. Başka bir olay da, namaz kılması sırasında onun boynunu çiğneyeceğini söyleyen bunu başaramayınca da daha sonra taşla vurmaya yeltenen Ebu Cehil’in, önceki hamlesinde aralarında ateşten bir çukurun (hendeğin) açıldığını ikincisinde ise, elinin havada bloke olduğu (kaldığı), hareket ettiremediği ve bir ejderhanın neredeyse onu yiyeceğini görüp birden kaçması, bu garip davranışlarının nedeni sorulduğunda da “sizler bunu görmüyor musunuz?” demesi ve Resulullah’ın ise buna karşılık, “eğer bana yaklaşsaydı melekler onu paramparça ederdi” sözünü söylemesidir.

Devam edecek...                                               

(Bkz. Hz Muhammed Neyi Okudu / İnsan Ve Din / Okyanus Ötesinden 1- Ahmed Hulusi / Boyut Kavramı / Zaman- Ahmed Fevzi Yüksel)

1. Enbiya-16, Sad-27, Duhan-38-39, Hadid-20, 2. Ankebut- 44, 3. Ankebut /64, 4. Saffat 6-7

 

Kenan Keskin
hologramk@yahoo.com

İstanbul - 22.08.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail