Rölativite Teorisi
6. Bölüm

Newton fiziği, klasik boyutlarda diyelim ki boş bir bardak ve içinde de bir bilye olsun, bu bilyenin bir şekilde bardağın içinden çıkartılmadığı müddetçe, daima oradaki konumunu muhafaza edeceğini söyler. Aynı tanecik kuantum boyutlarında bir parçacık olarak-ki bu da elektron olsun- düşünüldüğünde ise aynı durumun çok farklı olduğu görülür. Çünkü, kuantum fiziğinde her bir tanecik aynı zamanda bir dalga idi. Yani bir taneciği temsil eden bir dalganın varlığı söz konusudur. Bu dalganın yoğunluğu ise parçacığın bulunma ihtimalini vermektedir. Bu yüzden bir taneciğin yerini tanımlarken aslında tanecik tüm uzayda olmasına karşın, biz o parçacığın orada, o bölgede bulunma ihtimalinin en yüksek olduğunu söylemekteyiz. Dolayısıyla bir tanecik hiçbir şekilde çıkması mümkün olmayan bir engel içinde bulunmuş olsa da kuantum fiziğine göre bariyer dışındaki herhangi bir yerde bulunma olasılığı sıfır değildir. Böylece taneciğin dalga şeklinin (yönünün) bir kısmı engelin dışında yer aldığından (engelden sızdığından) parçacıklar klasik fiziğe göre bulunmaması gereken her yerde bulunabilmekte, yer alabilmektedirler. Yani tanecikler dalgasal özellikleri dolayısıyla engelin, duvarın diğer tarafına geçebilmektedirler. Buna fizikte “engelden tünel açma” denir ki, bugün kullanılmakta olan elektron mikroskobu ile teknolojide kullanılan diğer birçok elektronik alet hep bu özellik sayesinde çalışmaktadır.

Ayrıca bu durum kendini radyoaktivite olayında da çok güzel göstermektedir. Çünkü alfa tanecikleri normalde kendisine bir engel gibi duran çekirdeğin içinde her zaman hapis kalması gerekirken bu parçacıklar sahip oldukları enerjiden (güçten) çok daha güçlü olan çekirdekteki nükleer ve elektriksel kuvvetlere karşı maddesel dalga yoluyla tünel açmak suretiyle atom dışına çıkarak bize radyasyonun bir türü olarak görünürler. Aynı şekilde elektron ve diğer tüm parçacıklarda kendilerinden çok daha güçlü kuvvet alanları...vb ile engellendikleri taktirde bu bariyerleri aynı tünel mekanizmasıyla aşarlar.

İnsan vücudunun atom ve parçacıklar bütünü ve bu taneciklerin de aynı zamanda dalgasal özelliğe sahip olması nedeniyle, insanların da belli güçler altında enerji dalgasına dönüşmesi mümkündür. Yani, ışınlanarak bir anda mekân değiştirmek.

Hz Muhammed (sav) Efendimizin miraçta İsra hadisesi olarak bilinen, Mekke’den Kudüs’teki Mescidi Aksa’ya bir anda gitme (mesafelerin kısaltılması denen) olayı da, kendi Ruh gücü, başak bir ifadeyle beyin gücüyle yani kendisindeki Meleki güçleri kullanarak enerji dalgalarına dönüşüp ışınlanmak suretiyle Bedenen Tayyı Mekan yapmasıdır. Zaten bu seyahat sırasında mecazi olarak Hz Muhammed (sav)’i üzerinde taşıdığı söylenen ve bir tür binek hayvanı olan Burak’ın sözlük anlamı da ‘şimşek, ışık, ışık hızı, ışın dalgası’dır ki, biz buna yüksek hız frekansı da diyebiliriz.

Ayrıca bu tayyı mekan esnasında hem maddesel bedenini enerji bedene dönüştürmek için beyninin oluşturmuş olduğu, hem de bu enerji (ışınsal) plazma haline gelmiş dalgasal yapının sahip olduğu elektrik ve manyetik alanlar, yüksek hızın bu dalgasal yapı üzerinde oluşturacağı dağılmayı (negatif etkileri) engelleyip, koruyarak tek bir yapı halinde hareket etmesini sağlamıştır. Fikir olması açısından biz bunu güneşten dünyamıza gelen plazma dalgalarındaki durumu benzetebiliriz. (bkz. Güneşin Siyah Cüceye Dönüşümü Ve Kıyamet I/ www.gulizk.com /fizik)

Burada önemli birkaç husus da; 120. günde beyin tarafından üretilen Ruh yani mikrodalga ışınsal bedenle, maddesel bedenin dalgasal özelliği sergilemesiyle ortaya çıkan (enerji yapılı) ışınsal bedenin aynı şeyler olmadıklarıdır. Sonuçta, her ikisi de ışınsal yapılı olup bu sırada beraberce hareket etmiş olsalar da bulundukları boyutlar tamamen farklıdır.

Bununla birlikte, Resulullah’ın Kudüs’ten itibaren yaptığı yolculuk da atmosfer üstü bir yolculuk olmayıp maddenin özüne doğru, öncelikle Ruh Bedeniyle maddenin ikiz boyutlarına, sonra da Salt Bilinç boyutuna yönelik boyutsal bir seyahattir. Zaten mekan ve zamanın geçerli olmadığı boyutlara mekansal yolculuklar yapılarak ulaşılamaz.

Ayrıca, hem mekansal seyahat sonrasında hem de boyutsal dönüşüm sonucunda görüp yaşadıkları, bize göre çok uzun bir zaman boyunca oluşmuş şeyler gibi görünse de gerçekte rölativistik olarak bir anlık kısa bir süre içerisinde olup bitmiştir. Öyle ki, tekrar döndüğünde yatağı hala sıcacıktı.

Geçmiş ve günümüzdeki Velilerin de yapageldikleri Tayyı Mekan (iyonizasyon) olayını farkında olarak ya da olmaksızın Cinlerle ilişki içerisinde bulunan ve onların sayesinde yine beyin güçlerini kullanmak suretiyle gerçekleştirebilenler de bulunmaktadır. Tıpkı Sai Baba ve benzerlerinde olduğu gibi.

Velilerin normal yaşantılarında sıradanmış gibi kullandıkları bu ve benzeri özellikler dolayısıyladır ki, bizler bu tür şeyleri teknolojik olarak başarmakta, ortaya çıkartabilmekteyiz. Günümüz mistiklerinden biri bu konuda “Biz hasırdan mısırı görmeseydik, siz Avrupa’da olanları buradan zor seyrederdiniz...” diyerek insan beyninde var olan bu tür güçlerin, özelliklerin sonucu olarak televizyonun icat edildiğini belirtmektedir. Bu nedenle; maddenin madde ötesine, oradan da tekrar madde formuna dönüştürme olayını da bilim sonunda gerçekleştirecektir. Şu anda sadece maddenin enerjiye dönüşümü başarılmış durumdadır.

Burada şunu da belirtmem gerekir ki, din ve bilim arasındaki ilişki, geçmiş ve günümüzde hep yanlış anlaşılmış, halen de öyle anlaşılmaya devam etmekte olan bir konudur. Oysa bilim ve din ayrı ayrı şeyler değillerdir. Din, vahiy kanalıyla tam olarak algılanan sistemin mecaz ve semboller biçiminde anlatımıdır. Bilim ise bu verilere, görünenden yola çıkmak suretiyle farklı metot ve yöntemlerden giderek çok uzun süren çeşitli aşamalar sonucunda ulaşmıştır. Bu yüzden Batıni anlamdaki birtakım sırlar açığa çıkacağı zaman onu deşifre edecek, anlaşılmasını sağlayacak olan bilimsel verilerin ortaya çıkışına da hız verilir. Mistik çevrelerde, geçtiğimiz yüzyılın başında ünlü rölativite teorisinin yayınlamasıyla dünyaya “hızlan” emrinin verildiği bilinen bir gerçektir.

Din ve bilim arasında çatışma ya da çelişkiler görülmesinin ana nedeni ise; dini anlatımlardaki bu sembollerin hakikat sanılmasıdır. Bu yüzden birtakım insanlar gözlerinin önündeki bilimsel gerçekleri, sistemi, bir kenara atarak (görmezden gelerek) kendi kafalarında hayali bir din anlayışına saplanmak suretiyle sembollerle anlatılmak istenen gerçekleri deşifre edemezken, sadece gördüğüne, bilimsel bulgulara inanan ve bu yönde hayatını yönlendiren insanlar ise, bu verileri hurafe, çağdışı, ilkel ve basit şeyler olarak nitelendirerek alay etmekte, küçümsemekte bu yüzden de bu mecazlarla anlatılmak istenen sistemin gerçeklerinden perdelenmektedirler.

Kimileri de; yine bu iki kavramı kesin (belirgin) bir sınırla ayırıp bilimsel bakış açısıyla dinsel verileri değerlendirdikleri için, sembollerle anlatılmak istenen hakikatleri bulmak, anlamak yerine, sadece bilimin dini doğruladığını, birbirlerini desteklediğini belirterek bu iki kavramın uzlaşabilen şeyler olduğunu söylemekten öteye gidememektedirler. Oysa amaç din ile bilimin birbirlerini onayladığı, uyuşum içinde olduklarını göstermek değil, mecazlarla ifade edilmeye çalışılan gerçekleri bilimin verileri ışığında algılayabilmek, idrak edip kavrayabilmektir.

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 09.03.2004
http://sufizmveinsan.com

(Kaynakçalar: Ruh, İnsan, Cin – Ahmed Hulusi / Kozmik Kod – Heinz R. Pagels / Evren ve Einstein -Lincoln Barnet / Kozmostan Kuantuma – Yalçın İnan / Kralın Yeni Usu – Prf. Dr. Roger Penrose / Tubitak Bilim Ve Teknik – Auğustos 1987, Eylül 1988 / Fiziğin Tao’su - Prf. Dr. Fritjof Capra / İzafiyet Teorisi – Albert Einstein )

Not: Yazım hatasından dolayı Rölativite Teorisi yazı dizimizin I. bölümün ikinci paragrafında “ Bildiğimiz üzere Newton (klasik) fiziği...” cümlesi yerine “ Bildiğimiz üzere Newton öncesi ve zamanına genel olarak baktığımızda klasik fizik...” cümlesinin gelmesi gerekmektedir. Bundan dolayı özür dileriz.


Üst Ana sayfa e-mail