Rölativite Teorisi
2. Bölüm

Tüm bunlar bize, zamanın mekâna bağlı bir boyut olduğunu, dolayısıyla, mutlak bir zaman kavramının asla mevcut olmadığını  göstermektedir. Üç boyutu mekân, bu üç boyuta dik olan zamanı da, tek boyut olarak ele alırsak uzay-zaman dediğimiz şey, dört boyutlu Tekil bir yapı olarak karşımıza çıkar. Böylece zamanın olmadığı yerde mekânın, mekânın olmadığı yerde de zamanın varlığı söz konusu değildir. Kısacası zaman, mekân ile birlikte bir varlık kazanmaktadır.

Bu yüzden, evrenin çeşitli yer ve boyutlarında zamanın akma hızı aynı değildir (farklılıklar göstermektedir). Mesela kuantum boyutlarında kararsız parçacıkların ömrü 10 üzeri (-10, -15,...vb) mertebelerde ifade edilirken, bizler için ömür 70-80 yıl, yıldız, galaksi boyutlarında ise yaşam yüz milyonlarca, milyarlarca, trilyonlarca... yıla uzanmaktadır. Oysa bu farklılıklara rağmen, her biri kendi açılarından çok uzun bir süre yaşadıklarını zannetmektedirler.

Zamanın akma hızının çeşitli hız ve ona eşdeğer çekim alanlarında farklılıklar arz etmesi, bugün evrenin yaşı hakkında söylediklerimiz üzerinde de etkisini göstermektedir. Çünkü evrenin başlangıcından bugüne kadar, evrenin yoğunluğu ve çekim gücü bu süre boyunca eşit olmadığı için bunlara bağlı olan zaman da aynı hızda akmamıştır. Bu sebeple bizim şu anda bulunduğumuz mekândaki zaman akışına göre, evrenin yaşı on beş milyar yıl olarak nitelendirilirken, yine bize göre zamanın daha hızlı veya yavaş aktığı boyutlarda bu ölçüm daha farklı sonuçlar verirdi ya da biz o boyutlarda ölçümü yapmış olsaydık, evrenin yaşını daha fazla veya daha düşük olarak ölçümlerdik. Bu yüzden geçmiş dönemlerdeki zaman akışını bilemediğimiz için “bundan dört milyar yıl önce” dediğimizde aslında kastettiğimiz dönemi değil, bundan farklı bir zaman dilimini ifade etmiş olmaktayız.

Boyutlar küçüldükçe, bu boyutlarda yer alan taneciklerin ömürlerinin kısalmasının nedeni ise, küçülen mekânla birlikte uzaydaki zaman akışının da bununla orantılı olarak kısalmasından kaynaklanmaktadır. Peki neden? Mini kara-deliklerin küçük mekânlarda yer almasına ya da hareketli bir cismin boyutlarının sıfıra yakın değerlerde olmasına karşın, dışarıdan bakan gözlemciye göre zaman kısalmıyor da zaman genişlemesi (yavaşlaması) meydana geliyor. Bunun cevabı, ikisinin de farklı şeyler olmasındandır. Çünkü ikincisinde boyutlar küçüldükçe kütlesinde artış söz konusu. Keza Hawking’in mini kara-deliklerinde de belli bir kütlenin gravitasyon çekimi ile proton boyutlarına sıkışması (ki yaklaşık bu 10 üssü 9 tondur) söz konusudur. Proton, nötron, elektron... vb tanecikler ise kararlı tür parçacıklardan olmaları dolayısıyla ömürleri çok uzundur.

Bu dört boyutlu uzay-zamanı daha iyi anlamak içinse üç boyutu, iki boyutlu bir yüzey, zamanı da bu iki boyuta dik bir üçüncü boyut olarak kafamızda canlandırabiliriz. İşte, tıpkı elastiki bir kumaş üzerine bırakılan çeşitli ağırlıktaki nesnelerin 3. boyuta doğru çeşitli oranlarda kumaşı esnetmesi gibi, evrendeki gezegenler, yıldızlar, galaksi ve tüm enerji biçimleri de elastiki ve yumuşak özelliği dolayısıyla uzayın geometrisini değiştirerek, zaman boyutuna doğru benzer biçim ve oranlarda eğmekte, bükmektedirler. Bu eğimin büyüklüğü de, cisimlerin kütlelerine bağlıdır. Küçük olan cisimler, küçük çukurlar oluştururken büyük nesnelerde büyük çukurlar meydana getirirler. Karadelikler ise, uzay-zaman dediğimiz bu yapıyı yırtan, delik açan ve bu noktayı evrenin herhangi bir yer-zaman ya da boyutu ile birbirine bağlayan adı var kendisi yok misali cisimlerdir. Çünkü gerçekte karadeliğin yüzeyi mutlak boşluktan ibarettir. Karadeliğin olay ufku denilen yüzeyinde herhangi bir kütle veya fiziki bir madde bulunmaz. Burada sadece sonsuz düzeyde kıvrılmış, bükülmüş, eğrilmiş, yırtılmış uzay-zaman mevcuttur (1) ( Karadeliğe çekilen cisimler olay ufkunda ışık hızıyla hareket ederler).

Böylece çekim dediğimiz şey, Newton fiziğindeki gibi maddelerin birbirlerine uyguladıkları kuvvet değil, üç boyutlu cisimlerin dördüncü boyuta doğru esnettikleri uzayın neden olduğu geometrik bir özelliktir. Benzer ifadeyle çekim bir güç değil, bu eğimin kendisidir. Tıpkı, gergin bir kumaş üzerine konan ağır bir topa doğru daha hafif bir bilye gönderdiğimizde bilyenin topun meydana getirdiği eğrilik yüzünden doğrultusunu değiştirerek bu çukur etrafında hareket etmesi gibi, gökteki küçük nesneler de daha büyük nesnelerin oluşturmuş olduğu çukura doğru yuvarlanırlar. Fakat bu durum bize sanki nesneler arasında klasik anlayışlı bir çekim gücü varmış gibi görünür. Bununla birlikte, nasıl ki düşük hızlarda klasik fizik yasaları geçerliyse, aynı şekilde cisimlerden uzaklaştıkça uzay eğriliğinin düze yakın olması nedeniyle bu bölgelerde de yine Newton kanunları geçerli olmaktadır.

Bunun gibi dünyamızda güneşin çevresinde klasik çekim kanunlarınca düz uzayda bir yörüngede hareket etmek yerine, güneşin meydana getirdiği eğri uzay-zaman çizgileri (ki buna jeodezik eğriler de denmektedir) boyunca en kısa yolu takip etmektedirler. Daha doğrusu dünyamız aslında dört boyutlu uzay-zamanda düz hareket etmesine karşılık, üç boyutlu uzayda dairesel hareket yapıyor görünmektedir. Dünyanın dört boyutlu uzay-zamanda düz bir hat boyunca hareket etmesine karşın, üç boyutlu uzayda eğri bir yol izlemesini (ki diğer tüm cisimlerde aynı şekilde hareket etmektedir) daha iyi anlamamız için de bir helikopterin havada gittiğini göz önüne alalım. Araç üç boyutlu uzayda düz bir şekilde yol alırken, iki boyutlu yeryüzüne düşen gölgesi ise, eğri-büğrü hareket etmektedir.

Genel görecelik kuramının öngörülerinden biri de, hareket halindeki tüm cisimlerin kütle çekim dalgalanmalarına neden olmalarıdır. Yani gök cisimleri hareketleri dolayısıyla tıpkı suya bırakılan bir taşın su yüzeyini dalgalandırması gibi, uzay-zaman ağını dalgalandırırlar. Bunlar ışık (elektromanyetik) dalgalar gibi ışık hızıyla yayılır ve çarptıkları cisimleri de etkilerler. Ayrıca bu dalgalar, kaynağı olan cisimlerin enerji yitirmelerine de neden olurlar. Ancak bu enerji çok çok düşük değerlerdedir. Mesela dünyamızın güneş etrafında dolanırken kaybettiği enerji o kadar küçüktür ki, yörüngesinin küçülerek güneşe çarpması 10 üssü 27 yıl sürer. Ya da başka bir ifadeyle, bu sapma miktarı on yılda bir cm’ nin 10 üssü 15 (ya da katrilyonda) biri kadardır. Bu dalgalar önüne çıkan cisimleri etkileyebilmelerine karşın, o kadar zayıftırlar ki cisimlerin içinden küçülmeksizin (enerji kaybetmeksizin) geçip giderler. Bunun nedeni de gravitasyonel kuvvetin diğer üç kuvvete oranla çok zayıf olmasıdır. Ancak, bu kütle çekim dalgalarının çok güçlü üretildiği yerlerde vardır. Bunlar, çok yoğun ve birbirleri etrafında yüksek hızlarla dönen çift yıldız, nötron, karadelik sistemlerinde ve süper nova patlamaları sonucunda ortaya çıkmaktadır. Mesela, bir süper nova patlamasında birkaç mikro saniyede yaklaşık 10 üssü 44 jullük kütle çekim enerjisi yayınlanmaktadır ki,  güneşten her saniye 3x10 üssü 20 jullük enerjinin yayınlandığını göz önüne alırsak bunun ne kadar güçlü bir şey olduğunu anlamış oluruz. Aynı şekilde, galaksilerin de merkez ve civarındaki kütle yoğunluğunun fazla olması dolayısıyla, çok güçlü kütle çekim dalgaları ortaya çıkmaktadır. Öyle ki, bu dalgalar burada bulunan gök cisimlerini parçalayacak düzeydedir.

Yukarıda zamanın, uzayın çeşitli yerlerinde farklı şekillerde (hızlarda) aktığından bahsetmiştik. Şimdi bu durumu çekimin geometrik özelliği açısından görmeye çalışalım. İlk zamanlarda ışığın uzayda hiç sapmaksızın ilerlediği, yol aldığı sanılırken, rölativite teorisiyle birlikte ağır cisimlerin uzay-zamanı eğmeleri dolayısıyla bu bölgelerden geçen ışık fotonlarını doğrultularından saptırarak eğri yol boyunca hareket etmelerini sağladıkları görülmüştür. Bu da onların normalden daha fazla yol kat etmesine ve zaman kaybederek varacakları yere daha geç ulaşmalarına neden olmaktadır. Bu nedenle uzayın eğimi ne kadar büyükse bu bölgelerden geçen fotonların zaman kaybı da o kadar fazla olur. Eğer ışınlar kara delik civarından geçiyorlarsa onların oluşturdukları çok güçlü çekim, daha doğrusu ışınların içinden geçtikleri uzayı aşırı eğmeleri nedeniyle, bu ışınlar karadeliklerin yörüngesine oturarak içlerine düşerler, bu sefer de ışık bize ulaşamayacağından (ki ışığın bize gelmesi için sonsuza dek beklememiz gerekir) bu fotonların kaynağı olan cisimler, bizim açımızdan yok hükmünde olurlar. Böylece, ışık ışınlarının gecikme olayı güçlü çekim odaklarının zamanı, yutarak genişlettiği ve bunlardan karadeliklerin, zamanı yutmakla kalmayıp olay ufkunda zamanı (zaman boyutunu) mekânla (uzayla) birlikte tamamen yok ettiğini bize göstermektedir.

Büyük yıldızlar, galaksiler gibi ağır cisimlerle, nötron, karadelik gibi çok yoğun güçlü çekim odaklarının uzay-zamanı büyük oranlarda eğmeleri “kütle çekimsel mercek etkisi” denilen bir olayı da meydana getirir. Çünkü ışınların doğrultu değişimleri dolayısıyla cisimler olması gereken yerde değil, farklı konumlarda görünürler. Bakış açısına göre eğer görüntüsü alınacak cisim çekimsel mercek etkisi yapan nesnelerin tam arkasındaysa bu seferde aynı anda bu nesnenin hem  sağında hem de solunda görünür.

Uzay-zamanın yapısını biz tıpkı balıkçı ya da örümcek ağına da benzetebiliriz ki, yüksek hızlarda hareket doğrultusu boyunca bu ağ sıkışıp büzüşmekte hız düştüğünde ise, tekrardan genişleyerek eski halini almaktadır. Ya da hıza eşdeğer çekim açısından bu yapıya bakarsak, bu ağın düz değil engebeli, çukurlu, sıkışık, geniş... bir biçimde olduğunu görürüz. Nasa nın uzak mesafeli uzay yolculukları için teorik olarak düşündüğü yöntemlerden biride evrenin bu geometrik özelliğine dayanmaktadır. Çünkü ışık hızına yakın bir hızda yol alacak olan taşıt önündeki uzay-zaman çizgilerini presleyerek (sıkıştırarak) mesafeleri çok büyük oranlarda kısaltacak, varış noktasına geldiğinde de hızını düşürmek suretiyle uzay-zamanı tekrardan eski haline dönüştürecektir. Bu hız sırasında taşıt tıpkı gemilerin suda hareketleri sırasında su dalgalarını geminin yanlarına doğru eğmesi gibi, uzay-zaman çizgilerini yanlarına doğru büker. Eğer cisim ışık hızına doğru hareketini artırırsa bu sefer (kütlesinin de belirgin bir biçimde artmaya başlayacağından) uzay-zaman çizgileri cismin etrafında katlanarak dolanmaya başlar. Tam ışık hızında ise, uzay-zaman çizgileri sonsuz bir şekilde bükülüp eğileceğinden cisim tek bir noktaya çökerek karadelik haline dönüşür ve yok olur. Bu sıradaki taşıttaki gözlemci ise , çevresindeki uzay-zaman değişimini bir önceki bölümde anlattığımız şekilde algılarken tam ışık hızında, sonsuz bir hızla evrenin tüm tarihini tüketmesiyle birlikte evren ve içindekilerini yine bir noktaya çökerek yok olduklarını algılar. Aynı olayı başka bir açıdan irdelersek; dışarıdan bakan gözlemci (ya da gözlemciler) taşıtın boyutsuz tek bir noktaya çöküp yok olduğunu görürken o noktaya çöken araçtaki kişide, kendisini gözlemleyenlerle birlikte diğer tüm gözlemcilerin birbirlerine olan bakış açılarını da içine alacak (içerecek) şekilde evren ve içindeki tüm şeyleri kapsadığını dolayısıyla da uzay-zamanın eriyip tükendiği boyusuzluğa doğru geçiş yaptığını algılar. Böylece tam ışık hızında gözlemleyen ve gözlemlenen ikilemi ortadan kalkmış olur.

Bir fizik profesörüde, bu tür yüksek hızlarda cismin bir takım olumsuz etkilere maruz kalacağından bu negatif etkileri azaltmak için aracın güçlü elektrik, manyetik veya elektromanyetik alanlar ile korunmaya alınması gerektiğini belirtmektedir. Çünkü elektromanyetik kuvvet, kütle çekim kuvvetinden 10 üssü 36 kez daha güçlü olması nedeniyle güçlü çekim gücüne, yani çok büyük uzay-zaman büzülmesine karşı koyabilecek yegâne güç olarak karşımıza çıkmaktadır. (2) Tıpkı elektrik yüklü kara deliklerin sahip olduğu elektromanyetik güç sayesinde, gravitasyonel çekime karşı koyarak ikinci bir olay ufkunu meydana getirmesi gibi. Eğer yük yeterince mevcutsa bu sefer çok aşırı düzeyde burkulmuş olan uzay-zamanı tekrardan genişleterek (büzülmeyi düzelterek) olay ufkunu tamamen ortadan kaldırır.

İlerletilmiş rölativite teorisinde ise uzay-zamanı büken madde ve enerjinin kendisi de yoktur. Bunun yerine, mekân boyunca zamanın farklı akması nedeniyle bu iki boyutlu yüzeyin ya da ağın düz değil, çukurlu, tümsekli yapısındaki her bir eğri ve büğrüyle temsil edilmekte olan madde ve enerjinin varlığı söz konusudur. Yani uzay-zaman dediğimiz şey, her bir madde ve enerjinin her bir çukur ve tümsek ile temsil edildiği Tek bir enerji alanının farklı görünümlerindeki eğrilikler ya da çeşitli frekanslardaki titreşimleridir.

Devam edecek...

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 30.01.2004
http://sufizmveinsan.com

(1) Rölativite teorisinin mutlak boş olarak ifade ettiği bu boyutu kuantum fiziği, uzay-zamandan bağımsız sonsuz ve sınırsız enerji dalgalanmaları ile dopdolu bir frekansal alan olarak görmektedir. Zaten Büyük Birleşik Alanlar Kuramı, Rölativite ile Kuantum fiziğinin birleştirilmesi demektir.

(2) İki yük arasında var olan kuvvet, elektrostatik (elektriksel) kuvvettir. Bu yüklü tanecik dönmesi ya da hareket etmesi dolayısıyla bu kuvvete ek olarak tıpkı mıknatıslarda olduğu gibi bir manyetik alana da sahip olur. Parçacık fiziğinde bu elektrostatik kuvvet alanına yakından bakılacak olursa, bu kuvvetin aslında iki yük arasındaki kuvvet taşıyan dönmeli foton tanecikleri ya da elektromanyetik alan, güç olduğunu görürüz. Bu nedenle parçacık fiziğinde iki aynı yük arasındaki itme, bu yüklerden çıkan fotonların hem çıkarken tanecik üzerinde oluşturdukları zıt yöndeki tepki, hem de karşı yükten gelen fotonun çarpmasıyla oluşan kuvvetin toplamı sonucunda oluşur. Farklı yükler arasındaki çekim ise, her bir parçacığın diğerinden bu fotonu alması sonucu meydana gelir. Yani A taneciği B’ den, B taneciği de, A’ dan bu fotonu alması sonucu...


Üst Ana sayfa e-mail