8. Bölüm

Mucize, keramet ve İstidracın yanında bunlarla yakından uzaktan hiçbir ilgisi olmayan illüzyon dediğimiz fenomenin varlığı da söz konusudur. İllizyonu bunlardan ayıran faktör, beş duyu scalası içerisinde, yani farklı gerçeklik alanları arasında geçiş olmaksızın tamamen belli yöntemlerle gözün aldatılması, yanıltılması esasına dayanmış olmasıdır.Benzer deyişle illüzyon, yöntemlerinde, özel şartlar içerisinde hazırlanmış mekanik sistemlerden, araç gereçlerden, renk ve ışık oyunlarından  (aynalar, hologramlar) dikkatin başka bir yere kaydırılması ve el çabukluğu marifeti yardımıyla insanlardaki göz ve algı boşluklarından yararlanmak suretiyle oluşturulan gösterilerdir.

Dolayısıyla yazılarımızda anlatageldiğimiz konuların birtakım bilim adamları ve illüzyonistler tarafından açıklama getirmek üzere başvurdukları “illüzyon” kavramı ile aydınlatılacak basitlikteki fenomenler olmadığını, buna karşın  yukarıda dile getirdiğimiz illüzyon için gerekli şartların dışında gerçekleşen fenomenler olup bunların birçoğunun önemli kurum ve kişilerce şüpheye yer vermeyecek biçimde belgelendiğini ve onaylandığını belirtmek isteriz. Kaldı ki, bu fenomenlerin dayandığı bilimsel temeller,  günümüz bilimi tarafından zaten onay almaktadır.

İllüzyona örnek olarak, bu aralar oldukça popüler olan (Show TV’ de yayımlanan) Hepsi Gerçek programında gösterilen ve insanı bir bakışta hayrete düşüren gösterilerin iç yüzünün açıklanmasıyla, aslında ne kadar basit mantık silsilesi içerisinde gerçekleştirildiği  ve hatta birkaç gösteriden sonraki illüzyonların artık herkes tarafından kolayca tahmin edilmesini verebiliriz. (Burada amacım, illüzyonu küçümsemek ya da eleştirmek değil, insana ait olan birtakım özelliklerin bu fenomenden ayrı oluşunu bilimsel tekniklerle açıklamak için bir durum tespiti yapmaktır).

Bu ayrıntıyı da verip tekrar konumuza geri dönersek, mucize, keramet ve istidracın ortak yönü, her üçünün de  aynı beynin özelliklerinden olması ve buna karşın bu Resul ve Nebi’lerde  açığa çıkıyorsa mucize, Velilerde (ve hatta bazı Azizlerde ) açığa çıkıyorsa keramet, Budist, Hindu,Keşiş, Müslüman*...vb (her din ve görüşten olabilmektedirler) mistiklerde açığa çıkıyorsa İstidraç denmektedir.

İstidraç olayını ortaya koyanlarda, şartlanma,duygu ve değer yargıları ile bedenin istek ve arzularına set çekmek, dolayısıyla bedene hakim olmak suretiyle bedensizliğe adapte olmak yani tabiat perdesinin ortadan kaldırılmasıyla meydana gelir. Velilerde de aynı şekilde gerçekleşmesine karşın, tabiat perdesinin “iman Nuruna” yani Resul ve Nebilerin getirdiklerine İmana dayalı olarak kaldırılması sonucu oluşur. Bu nedenle de İman Nuru’na”Anti-çekim Dalgasına” sahip olmayanlar, “mistik” olarak ifade edilmelerine karşın Cennet ortamlarına geçemeyerek Cehennem ortamlarında yaşamlarına devam ederler.Çünkü aklın, İman nuru ile hareket etmesi sonucu, gördüklerinin ötesine iman yollu geçip onu kavraması ve yaşantıya dökmesine karşın, İstidraç sahipleri İman Nuruna göre hareket etmedikleri için belli çalışmalarla çokluk boyutu ve buna göre var olan Teklik boyutunda kendini tanımış olurlar. Teklik boyutuna sahip birimlere iman sonucunda bu doğrultudaki çalışmalar da bilincin en fazla bu noktaya kadar çıkışını sağlamaktadır ki, kişiyi bu boyutta bloke eder ve insan her şeyin bu zirve boyuttan ibaret olduğunu zanneder. (Bkz. Akıl Ve İman/Dua Ve Zikir-Ahmed Hulusi-Ahmed Fevzi Yüksel-Mürşid Ve Şaki/Sufizm Ve İnsan-Tasavvuf)

Mucize ve kerametleri ortaya koyan birimler, bu yaptıkları işi, özlerinin Hakikâti olan Allah’a bağlarken, istidraç sahipleri, çokluk boyutuna göre varsaydıkları Teklik boyutuna, yani Benliklerine bağlarlar.Bu nedenle Resul ve Nebilerin ortaya koyduklarına iman etmiş olanların Arzı geniştir denilirken, diğerlerine ise, Arzı maddeye, varlığa dönük olarak var kabul ettikleri Benlikleri kadar olmaktadır denilir.

Yalnız burada da şu noktayı unutmamak gerekir, o da İstidraç sahiplerinin ortaya koyduklarının da alelade, basit şeyler olmadığıdır. Çünkü bir birimin tüm geçmişini bilebildikleri gibi, aynı anda birkaç yerde bulunabilme yani yer değiştirebilmekte, duvarlardan, kapalı engellerden geçebilmekte, ister yaşayan  başka insanlar hakkında olsun isterse de ölmüş olanın kabir hayatı hakkında olsun bilgi verebilmekte,Cinlerle de rahatlıkla iletişim kurabilmekte ve de istenilen nesneleri materyalize edebilmektedirler...vb)

Bununla birlikte, genel anlamda mucizeler çok geniş düzeylere, boyutlara ulaşarak kendisini gösterebilmesine karşın, istidraçlar daha lokal kalmakta, eğer direkt cin kökenli ise, bu durum daha da gerileyebilmektedir.

Buna örnek olarak; Hz. Muhammed (sav)’in Ayı ikiye bölme hadisesini göz önüne alırsak, bu mucizeyi bir Budist, Hindu...vb) istidraç sahibi de gerçekleştirebildiği gibi, direkt cinni bir kişi de meydana getirebilmektedir. Ancak aradaki çok önemli fark, Hz Muhammed (sav)’in bu olayı gerçekleştirirken, beyninden yayımlanan anlam yüklü dalgaların çok güçlü bir biçimde yanındaki birimlere bunu göstermesinin yanı sıra, tüm Dünya üzerinde de aynı etkiyi oluşturmuş olmasıdır ki, Dünyanın çeşitli bölgelerinde bu dalgayı alıp değerlendirenler de bulunmuştur. (Dileseydi çok rahatlıkla tüm insanlara bunu gösterebilirdi.) Zaten evren bir hayalden ibaret değil  miydi?. İstidraç sahipleri ile cinlerin direkt etkisinde kalanlar ise, sadece yakın çevrelerinde ya da uzakta birkaç kişi üzerinde bunu oluşturabilmektedirler.

Genel anlamda, Mucizeler, boyutsal, evrensel anlamda var olan gerçekliklerin bu boyutta çıkışı ile ilgili (yani farklı öz boyutlarda farklı anlamlar içerir) iken istidraçta böyle bir ilişki, boyutsal sınırlılık içerisinde kendini göstererek daha derin bilinç boyutlarında bir anlam içermez.

Buna örnek olarak da, Hz. İbrahim (as) ‘in bir kuşu alıp dört parçaya bölmesinin bilinç boyutunda kendi Hakikât’i olan Allah’ın Ef’al, Esma, Sıfat ve Zat boyutunu algılamasını, müşahede etmesini ve  bu durumun yaşadığımız boyutta temsil edilişini (boyutsal yansımasının) ifade etmek için kullanmasına karşın (bkz. Okyanus Ötesinden-2/Ahmed Hulusi), istidraç sahibinin aynı olayı gerçekleştirmesi durumunda bu olayın ( bu anlamda) bilinç boyutunda bir şey ifade etmemesidir (her ne kadar kendi boyutunda bir şeyler ifade etmiş olsa da).

Yine mistik kaynaklarda, Allah’ın Gökteki orduları (melekler) ile birlikte yardım etmesinin esasını da bu sistemle açıklayabiliriz.Yani düşman beyinlerinde, Resul ve Nebi’nin ya da Velilerin çok güçlü beyinlerinin etkilemesiyle Materyalize oluşturmaları şeklindedir ki, bu görünmeyen askerlerin düşmanlar tarafından tespit edilmekte olup diğer askerlerden ayırt edici özelliklere de sahip olabildiklerini bildirmişlerdir. Keza, Işınsal boyut olan Berzah aleminde  yeryüzünde yaşarken veya ölümü tatmadan önce kendi istekleriyle beden kayıtlarından kendilerini kurtarabilen birimler, güçlerine göre dünya üzerinde kıyamete kadar serbest bir yaşam içinde olup düzeylerine göre birbirleriyle görüşerek o boyutta belli vazifeler icra ettikleri gibi, çeşitli müdahalelerde bulunarak çeşitli savaşlara da katılabilmektedirler. (Bkz. İnsan ve Sırları II - Ahmed Hulûsi).

Bu konuyla ilgili bir başka örnek de, ünlü mutasavvıf M. İbnü’l Arabi’nin ünlü eseri Füsus’ul Hikem in Süleyman fassında şu şekilde anlatılmaktadır. “...Belkıs’a saraya gir denildi. Saray, camdan yapılmış duru ve şeffaf idi.Kapıdan girerken yeri su zannetti.Elbisesinin ıslanmaması için bacaklarını açtı ,paçalarını sıvadı.Bu su gibi görünen şeyin bir hayal olduğunu görünce, gözü önüne getirilen tahtın da bu kabilden olduğunu anladı....Böylece Süleyman (as) muhakkak bu tembih ve temsil ile Belkıs’ın kendi tahtı hakkında “sanki o dur”sözündeki isabeti ona anlatmış oldu.”Bu kıssada anlatılan bir diğer husus da, Cinlerin o kadar hızlı, latif olmalarına karşın yine de zamana tabi olmaları, Şuur boyutunda ise bunun asla söz konusu olmadığıdır.

Metafiziksel Yanılgılar II yazımızda Enfüs ve Afak kavramını taban düzeyde hologram açısından, yani projeksiyon ve onun var kıldığı dıştan içe algılatma boyutuyla açıklamaya çalışmıştık.Bununla birlikte 6. bölümde de biz Cinlerin ve 120. günde oluşan  Ruh bedenin, algıladığımız maddesel.... ve enerji boyutunun da altında olan ışınsal (Nar) boyut  ve bu boyuttaki enerjinin holografik olarak düzenlenmesiyle oluştuğunu belirtmiş ve Maddenin Gölgesi yazımızda da hem Nar boyutunun hem de Nur (ışık hızı ötesi olan enerji) boyutunun  uzay-zamana bağlı olmadığını bu nedenle de sonsuz uzay-zamanları meydana getirdiklerini söylemiştik. Bilinç bu boyutlar olarak kendini (var kıldığı veya) bulduğu noktada kayıtlı bulmasıyla Cehennem ya da beş duyusal, maddesel boyutun da bir mekân ve zamanı söz konusu kılsa da  salt düşünsel,bilinç boyutu olan yani hiçbir uzay –zamanla kayıtlı olmayan Cennet boyutunda bu, söz konusu değildir.(Bkz. Cehennemin Gölgesi/Sufizm Ve İnsan-Fizik)

Bu bakış açısından baktığımızda ise, Nar boyutunda yer alan varlıklar, dıştan-içe olarak ifade ettiğimiz boyutun aslında hep içten dışa projektenin neden olduğunu algılayacaktır.

O halde hologram plakasında, iç-dış, öncelik ve sonralık kavramı olmadığına göre Enfüs ve Afak kavramını bu anlamda nasıl ifade edebiliriz? Bu soruya verebileceğimiz cevap yine “boyutsallık” kavramı olacaktır.Bu nedenle, bir boyut için geçerli olan projeksiyon bakış açısı,bir üst boyut projeksiyonun  neden olduğu dıştan içe algılatma konumuna düşecektir. Buna karşın hologram plakasına dışarıdan, yani tüm bunlardan bağımsız bakabilseydik tek göreceğimiz, bu girişim desenleri olacak ve bunun dışında bu ayrıntıların hiçbirini algılayamayacaktık. Tıpkı mucizeler ile istidraçların arasındaki farkı göremeyişimiz gibi.

Tekrar özetlersek; bir noktada her şeyin aynen mevcut olduğu kavramının, bir boyutta olanın tüm boyutlarda da aynen bulunması ve bu nedenle de bir boyutta olanın bulunduğu boyuta göre tüm boyutları değerlendireceğinden,  bunun ifade etmeye çalıştığımız Nar boyutu için de geçerli olup her boyutta bulunan, kendini projekte açısından değerlendirdiğini algılasa da bunun gerçekte bir üst boyutun  projektesinin neden olduğu algılatma olduğu görülür. Böylece Evrenin bu anlamda tüm boyutlarıyla Hologram içre Hologram biçiminde var olan, dev bir hayal ve düşten başka bir şey olmadığı anlaşılmış olur.

Tüm bunları göz önünde bulundurursak, bir alt boyut Afaki ve buna karşın bir üst boyuttan bakışı da bu boyuta göre Öze dönük ve Enfüsi algılama olarak düşünebiliriz. Biraz daha açarsak, ışınsal boyutta varlığın Tek olmasına karşın, bu enerjinin Holografik düzenlenmiş olarak izafi çokluk kavramını meydana getirmesi ya da bu görsel çokluk kavramının Nar boyutu açısından Tek olarak algılanmasının yanında, bu boyutun bir üst boyutu olan Nur boyutundan yani Nur boyutundan Nar (ışınsal) boyutuna yansıyanrak izafi çokluk boyutunun algılanması da söz konusudur.Ancak hologram plakasında olduğu gibi, her iki boyutun bakış açısı veya verileri bize aynı imiş gibi gelse de, görünse de, boyutsal farklılık dolayısıyla algılamalar da tamamen farklı olmaktadır. Bu boyutsal farklılığı, maddesel boyutumuza göre indirgeyerek açıklarsak, evren atom boyutunda aynı Tek yapı olmasına karşın (ki tüm bilinen atom türü de Hidrojen atomun çoğul görüntüsüdür veya türemiştir de diyebiliriz) bir üst boyut ve izdüşümü olduğu enerji boyutu itibariyle de yine Tek bir yapı olması gibi... (Oysa her iki boyutun kuralları da tamamen birbirlerinden farklıdır)

Her ne kadar kendi içlerinde de aynı kavram geçerli olsa da, bu iki boyut arasında bir kıyaslama yaparsak, Nar boyutunu Afaki,Varlığa dönük olarak nitelendirebileceğimiz gibi, Nur boyutunu da, Nar boyutuna göre öze dönük, Enfüsi olarak değerlendirebiliriz.

<Devam Edecek>

İstanbul - 19.11.2001
http://sufizmveinsan.com

(Devam edecek...)

 

*Burada bahsettiğim Müslümanlar, Zahirde Resul ve Nebilerin getirdiklerini kabul etmelerine karşın, onların bildirdikleri doğrultudan sapan çalışmalar yapmak suretiyle diğer istidraç sahiplerinde olduğu gibi Zihinlerini bloke ederler. Bir de bunun dışında var olan avam Müslümanları ise (ki çoğunluk böyledir) onlarda bu tür haller görülmez, görülenleri de direkt Cinni etkileşmeler sonucu yaptığını bilmez bir şekilde fenomenler ortaya koymaktadırlar.

Metafiziksel Yanılgılar VI’ ya ek:
Bir gök taşı olduğu söylenen Hacerül Esved taşı hakkında Hz Muhammmed (sav) “Hacerül Esved sütten daha beyaz bir şekilde Ak idi.İnsanoğlunun Ruhu onu kararttı” diyerek bu taşın gerçekte insan beynindeki parazitleri emen canlı, şuurlu bir nesne olduğunu belirtmektedir.

 


Üst Ana sayfa e-mail