Düzensizliğin Düzeni ve
Kuantum Bilinç
I. Bölüm

Geçmişten günümüze kadar “evrende kaos var mı? Yok mu?” sorusu, beyinleri devamlı meşgul etmiş, ama modern bilimin gelişmesiyle bu daha somut bir anlam kazanmıştır.
“Kaos”un sözlük anlamı “kargaşa, düzensizlik”tir. Kargaşa ve düzensizliğin olduğu bir yerde de her şey bir rastlantı şeklinde gelişir. Buna kaynaklık eden temel yasa, termodinamiğin ikinci kanunu olarak da bilinen entropi ilkesidir. Başka bir deyişle entropi ilkesi; bir fiziksel sistemin ne kadar düzenlenmemiş olduğunu, düzenden düzensizliğe veya organize olmuşluktan dağılmaya geçişi gösteren niceliksel bir ölçüdür ki, bu ölçü daima kapalı bir sistemde düzensizliğin ya da dağınıklığın her zaman arttığını söyler. Ancak bu değer sonsuz değildir. Yani entropi artışının bir sınırı, gelebileceği maksimum bir değeri vardır. Bunu belirleyen şey ise, (ısı sisteminde) sıcak uçtan soğuk uca olan akışın belli bir dengeye ulaşmasıdır. Böylece belli bir dengeye oturmuş olan sistemde hareket ve değişim artık gözlemlenmez. Bu yüzden yalıtılmış olan sistemlerde entropi olmaksızın hiçbir olay (hareket) meydana gelemez. Bununla birlikte, ısıl dengeye ulaşmış olan bir sisteme eğer dışarıdan  bir ısı verilerek tekrardan ısı faaliyeti başlatılacak olsa dahi bu, sistemin entropisini üst bir değere yükseltmekten başka bir şeye yaramayacaktır.   

Şimdi bu kavramı çeşitli şekillerdeki  örnekleriyle birlikte görmeye çalışalım. Bildiğimiz gibi, sıcak suya buz koyduğumuzda, su buzu eritir. Çünkü sıcak olan kısımdan soğuk kısma doğru oluşan bir ısı akımı, aralarındaki sıcaklık farkını dengeleyene kadar yavaş yavaş buzu eriterek sistemi tamamlamaya çalışır. Sistem tamamlandığında da buz tamamıyla erimiş olur. Dolayısıyla, kapalı bir sistemde ısı, daima sıcak olan kısımdan, soğuk kısma doğru akar. Bunun tam tersi imkânsızdır. İşlemin bu geri tersinmezliği, geçmişten geleceğe doğru bir okla gösterilir ki buna zamanın termodinamiksel ok yönü adı verilmektedir.

Bir başka örnekte de; kapalı bir valf bulunan bir boruyla birbirine bağlı, eşit hacimli iki kapalı kap olan A’yı ve B’ yi göz önüne alalım. A kabı gazla dolu iken B de boş olsun. Valfı açtığımız takdirde gaz, A ve B içinde eşit basınçlı bir denge durumuna gelene kadar, kapalı kaptan boş olana geçecektir. Gaz, entropi artışı yasasına uygun olarak hareket ettiğinden, bir kere valf açıldıktan sonra tüm gazın A’ da kalması son derece olanaksız bir düzen olacaktır. Ve bu nedenle maksimum entropi sağlanıncaya kadar, gaz B’ye dolacaktır.(Bu eşit basınç düzeni basitçe daha muhtemel olandır.)
Üçüncü bir örnek olarak da ; sulandırılmış biraz mavi, biraz da sarı boya olan iki tüpümüz olsun. Bu iki boyayı aynı kaba boşalttığımızda boya molekülleri, moleküllere özgü zıplamalarla, düzgün bir yeşil karışım olana kadar hareket edeceklerdir. Moleküller tamamıyla rasgele, düzensiz dağılmış olmalarına karşın, kendileri için olabilecek en dengeli biçimi alırlar. İşlemi tersine çevirmeye karar verdiğimizde, yani düzenli, rastlantısal olmayan bir duruma geçmek, başka bir deyişle ayrı ayrı, mavi ve sarı sıvılar elde etmek istediğimizde (diyelim ki altta mavi, üstte sarı sıvı) sistemin karışmaya, rasgele, dengeli ve düzensiz yeşil haline varmaya yönelen çok güçlü “isteğine” karşı savaşmak zorunda kalırız. Böylece  kapalı bir sistem, her zaman tam anlamıyla düzensizliğe erişebilecek en son dengeyi arar. Bu yüzdendir ki, kullandığımız eşyalar yavaş yavaş özelliklerini kaybedip bozulmakta, yediğimiz meyveler zamanla çürümekte, kayalar ise biz fark edemeden kuma; kum da denizdeki tuza dönüşmektedir. Aynı şekilde big bang patlamasıyla start alan gözlemlediğimiz evrenimiz de bir andaki durumu bir önceki durumuna göre düzensizliğini artırarak genişlemesini, tüm enerjisinin bütün noktalarında tamamen denk hale (yani Entropisini maksimum dereceye yükselterek hiçbir olay gerçekleşmeyecek duruma) gelinceye kadar sürdürecek ve sonunda sistem kendi kendini yok edecektir.

Evrende canlı ve cansız olarak iki farklı şekilde ayırdığımız varlıklardan canlıların da enerjilerinin tüketim oranında hızlı bir şekilde, dönüşüme uğrayarak bozulmakta olduğunu görmekteyiz. Mesela, cansız olarak nitelendirdiğimiz katı varlıklar, sırasıyla sıvı, oradan da gaz hale yani buharlaşarak ışınlara, ısı ve ışık haline dönüşürken geride bıraktığı külleri de toprak ve suda yok olmaktadır. Aynı şekilde canlı olarak kabul ettiğimiz varlıklara baktığımızda ise onların da doğup büyüyüp belli bir olgunluk döneminden sonra bir üstte söylediğimize benzer  biçimde ortadan kalktıklarını bu nedenle her iki varlıkta da, düzenden düzensizliğe yani Entropi kavramının geçerli olduğunu görmekteyiz.

Ayrıca, klasik bilimde her şeyi parçalı, belirli bir düzen içinde oluşturulmuş şeyler ve parçalı, düzensiz olarak meydana getirilmiş şeklinde iki grupta değerlendirir. Mesela, yere döktüğümüz bir bardak dolusu suyun  oluşturduğu düzen, bir patlamayla oluşan kalıntı ve yere atılan bir çift zarın ortaya çıkardığı sayılar, hep düzensiz olarak nitelendirilir. Kar taneleri, elektronik aletler, bilgisayarlar ve canlıların hepsi ise düzenli birimlerdir. Ancak sistemde düzenli ya da (düzene göre) düzensiz olarak gördüğümüz bu tüm şeyler, entropi ilkesince geri dönüşümsüz bir şekilde yok oluşa, amaçsızlığa... doğru her an yol almaktadır.

Elbette, örnekler bunlarla da sınırlı değil. Mesela bu bakış açısına göre bir çay yaprağı da demlenip içilir vaziyete gelmeden, bir yumurta pişirilip yenmeden, bir şekeri çaya, kahveye atıp karıştırılmadan...vb önce, her zaman daha düzenlidir.   

Her şeye Entropi gözüyle bakıp değerlendirenlerin evrende var olan şaşmaz düzeni ise; düzenli olan her şeyin düzensizlik içinde mevcut olduğu ve zamanla Entropi ilkesi gereğince de düzensizliğe kayarak düzenin sona ereceği şeklinde cevap vermekte ve bu durumu da şöyle açıklamaktadırlar: Bildiğimiz gibi kapalı ve yalıtılmış bir sistemde ısı, sıcak olan kısımdan (cisimden, noktadan...) soğuk olan kısma doğru geçmekte ve sistemin entropisi artmaktadır. İki ayrı sistem birleştirildiğinde ise birleşik sistemin entropisi, ayrı ayrı sahip olunan entropilerin toplamından büyük olmaktadır. Eğer böyle bir sistemde ısıyı soğuktan sıcağa transfer eden bir ısıtıcıyı göz önüne aldığımızı düşünürsek bu, entropinin azalması anlamına gelecektir. Oysa sisteme genel olarak bakarsak bunun böyle olmadığını görürüz. Çünkü ısıtıcının bu düzeneği ayakta tutmak için harcayacağı enerjiyi de ele almak gerekmektedir. Böylece bu harcanan enerjiyi hesaba kattığımızda bunun azalan entropiyi dengelediği ve azalmasını engellediği görülür.
Yani; düzensizlik içinde bir düzenin oluşumu ve bunun da artan bir şekilde varlığını sürdürmesi, sistemin bir başka yerinde, düzene oranla daha fazla düzensizlik yaratacağından entropi, yalıtılmış sistemlerde en kötü ihtimalle durmuş olsa da asla azalmaz. Benzer bir ifadeyle, kapalı bir sistemde kaosa karşı bir düzen meydana geldiğinde ya da getirildiğinde bu düzenin oluşumu ve devamlılığı için harcanan enerji, sistemin toplam entropisini artıracağı için bu durumun zamanla  tekrar düzene yansıyarak bu düzenin yavaş yavaş düzensizliğe dönüşeceği söylenmektedir. Dolayısıyla, kapalı bir sistemde enropi her zaman artar. Bu nedenle; termodinamiğin birinci kanunu olan enerjinin korunumu ilkesi ile birlikte gözlem ufku içinde kalan evrenin kendisinin kapalı, yalıtılmış bir sistem olduğu düşünülürse, her şeyin  zamanla ısıl ölüme doğru yol aldığı daha geniş bir ifadeyle büyük patlamayla birlikte elle tutulmayan bir halden somut hale dönüşen, algıladığımız, maddesel evrenimiz, tekrar yavaş yavaş eriyerek radyasyon ışınımına, yani elle tutulamayan durumuna değişmektedir. 
Böylece, aldığımız oksijen ve gıdalar düşük entropili olarak vücudumuza girerken bunun bir kısmı kaosa karşı bedenimizde düzeni artırmaya, büyük bir kısmı da ısı, karbondioksit, dışkı...yani yüksek entropi biçiminde  dışa atılıp yayımlanarak  genel entropinin artmasına neden olur.
Aynı şekilde, bir ev inşa ettiğimizde veya bozuk olan bir şeyi onardığımızda, her ne kadar karmaşıklığa karşı bir düzen yaratarak entropiyi azaltmış olsak da bu işlem sırasında toplam entropiyi artırıcı artık enerji üretmek suretiyle, düzenden daha çok düzensizliğe katkıda bulunuruz.  
Bir başka örnekte de  güneşten gelen enerjiyi göz önüne alırsak, bu enerji de dünyamızda bir düzenin meydana gelmesini sağlayarak entropinin düşmesine neden olur. Ancak bu durum, sistemin burada kapalı değil açık olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun yerine tüm güneş sistemini göz önüne aldığımızda, sistem açık değil, yalıtılmış bir sistem olacağından güneşten gelen düşük entropili enerji, yeryüzünde belli bir düzen için harcanırken, daha  (düşük enerji) yüksek entropili enerji uzaya yayımlanarak genel entropinin, dolayısıyla düzensizliğin artışına neden olur. Böylece, gezegenimizdeki yaşam, belli bir süre sonra artan entropi nedeniyle güneşle birlikte aynı kaderi paylaşacaktır.

Bu açıdan bakıldığında, düzensizlik içinde gördüğümüz düzenin ilk oluşum şeklini ise,  bilimsel olarak da kesinlikle kabul edilmesi mümkün olmayan tesadüflerle  açıklamaya çalışmaktadırlar.
Acaba bugünün bilimi bize sadece bunun doğruluğunu mu göstermekte yoksa başka şeyler de var mı?
Gerçektende  bütün düşünür ve bilim adamları Entropi konusunda aynı fikre sahip değildirler. Çünkü entropi kavramı, her şeyi görünenden ibaret sayarak algılanmayan şeyleri hesaba katmadığı gibi, algılanan şeyler üzerine söylediklerinde de gerçekliğe ve bilimselliğe dayanmayan, bir takım temelsiz varsayımlar, kabuller... içermektedir.  Mesela; entropinin geçerli olduğu bir sistemde düzensizlikten rast gele bir düzenin hiçbir şekilde meydana gelemeyeceği ve bu denli düzenli yapıların devamlı bir şekilde düzenlerini artırması  beklenilecek bir durum olmamasına karşın sadece bir varsayımdan hareket ederek tesadüfi bir biçimde düzensizlikten bir düzenin ve buradan da tekrar bir düzensizliğe gidişle bütün sistemin yok olacağının  söylenmesi doğru değildir.
Dolayısıyla bu görüşten hareket ederek entropi kavramın gerçekte geçerli olmadığını, aksi yönde ki net ve kesin delilleriyle açıklamaya çalışanların en başta gelen görüşleri ise sırasıyla, düzenden düzensizliğe giden bir sistemde evrim teorisinin asla gerçekleşmeyecek olmasıdır. Bunu biraz daha açarsak; cansız olarak nitelendirdiğimiz bir sistemden canlı bir sisteme geçiş yani, basit birkaç atomun birleşerek, molekül zincirlerini bir araya getirmesiyle ilkel ilk hücreli bir yapıdan, daha kompleks (karmaşık, düzenli) bir canlının oluşmaması gerekirdi ki, o zaman da bizler (canlılar)var olamazdık, diyebiliriz. Oysa, durum böyle değil, tam aksine, canlı varlık devamlı “dengesizlik” durumunu yaratarak “rastlantısallık” karşısında düzen yaratmaktadır. Böylece canlılar belli olgunluk dönemine geldikten sonra yaşlanıp ölmelerine karşın, bir sonraki nesillere sahip oldukları bilgileri genetik yolla ve artan bir biçimde aktarabilmekte, hatta bu bilginin daha büyük oranla artışı içinde elektronik bilgisayarlar...vb) aletler geliştirerek entropiyi azaltmaktadırlar. Oysa entropi ilkesi diğerlerinde olduğu gibi bilginin de yok olmakta olduğunu söylemekteydi.
Ayrıca, beş duyu boyutunda bu kavramı incelesek bile, cansız olarak algıladığımız, ancak kendi içinde bir düzene sahip olan sistemlerin, canlı sistemlerinden çok daha az kompleks (karmaşık) yapılı olmaları dolayısıyla, kıyaslama yapılamayacağıdır. Çünkü, işleyiş mekanizmaları çok farklıdır. Mesela, birkaç tane top şeker yediğimizi düşünürsek, bu işlem bunların düzensizliğini artırırken, yenen şeker, kan şekerini yükseltmekte, beyinde bunun değerlendirilmesi sonucunda zihin yeni düzenler kurarak Entropinin azalmasını sağlamaktadır.
Bununla birlikte bir düzen meydana getirmek için bir planın oluşması gerekir ki, hücreler de, daha önceden var olan bir planı, programı izleyerek düzen kurmaktadırlar. Zaten, canlı kavramının anlamı da, sadece organizasyon, düzen, karmaşıklık değil, kendisine zıt çalışan bir ortamda bu söylediğimiz nitelikleri sağlama, oluşturma demektir ki, bazı bilim adamları da, canlı varlıkların ”sibernetik sistem” kurallarına bağlı bir şekilde yaşamlarını devam ettirmekte olduklarını, bundan dolayı da kendi entropi’lerini azalttıklarını vurgulu bir biçimde belirtmişlerdir. Ayrıca, entropi  her ne kadar düzensizliğin artışını belirlese de, düzensizlik için öncelikle bir mevcut düzenin var olması gerekmektedir. Oysa onların bakış açısıyla değerlendirirsek evrenin ilk durumundaki enerji-parçacık çorbasından atom, molekül ve gördüğümüz yıldız ve galaksiler bize  var olan bir düzenden düzensizliğe geçişi değil, düzensizlikten bir düzene geçişi göstermektedir.
Şimdi de bu düzenin düzensizlikten tesadüfi olarak oluştuğu iddiasını ele almaya çalışalım. Entropi kavramı açısından cansız maddelerden, canlı yaşamın meydana gelmesinin çok zayıf, yani sıfıra yakın bir ihtimal olsa da var olabileceğini düşünen J.Monod gibi birtakım moleküler biyologlar da aynı şekilde, gerçekte yine bilimsel olarak hiçbir anlam ve değer ifade etmeyen bu tür şeylere sığınmaktadırlar. Çünkü, evrenin tüm yasalarını göz önüne aldığımızda sıfıra yakın ya da trilyon, trilyar gibi sonsuzluk ifade eden kavramlar bilimde “yok” ya da “imkânsız” “kesinlikle olamaz” hükmünde değerlendirilir. Ünlü fizikçi Boltzman bunu, “bütün mümkün evrenler arasından bizim evrenimizin sahip olduğu parametrelerin tesadüf olarak mevcut olmasının dahi mümkün olamayacağı, çünkü bunun “istatistiksel bir hilkat garibesi olduğu” şeklinde dile getirdi. Oxford’lu profesör Roger Penros da, Boltzman’ ın entropi tanımından yola çıkarak evrenin mümkün evrenler içerisinden rastt gele seçiminin ihtimali için (1/10 üzeri 10 üssü123) gibi bir sayı verdiğini, bunun ise  imkânsızlıkla eş anlamlı olduğunu belirtmiştir. Bu sayıdan sadece 10 üssü123’ ü ele alsak dahi, gözlemleyebildiğimiz evrende bu sayıda tanecik olamayacağı için bu rakamların ne anlama geldiğini bir de siz düşünün (ilk verdiğimiz rakam için her bir sıfırı bir protona karşılık yazdığımızı düşünsek dahi, maddesel evren bazındaki proton sayısının bu sayının ancak yarısı kadar olduğunu görürdük).
Fransız bilim akademisi üyesi Jean Guitton ile birlikte önemli bir çok bilim adamı da evrenin tesadüfi olarak meydana gelme olasılığının matematiksel olarak sıfır olduğunu belirterek kesinlikle böyle bir şeyin var olamayacağını belirtmektedirler.
Bununla birlikte matematikçilerde rast geleliğin formülünü bir türlü bulamadıkları gibi, öne sürdükleri çok az sayıdaki matematiksel ifadelerinde bir varsayımdan başka bir şey olmadığı görülmüştür.
Ayrıca aniden, kaotik, düzensiz, amaçsız kör tesadüfi bir biçimde evrenlerin meydana geldiğini ve bunlardan sadece bizim algıladığımız evrenimizde yine aynı biçimde gördüğümüz düzenin olduğu şeklindeki bir yaklaşım zaten hiçbir şekilde kendine, kendi varlığına bir açıklık getiremediği gibi hiçbir zaman da getirebilecek bir yapıda değildir. Üstelik bu durumun objektif olarak  bilimsel ve mantıksal açıdan da doğru  olmadığı kuantum ve altı boyutuyla ilgili deneysel verilerle de ispatlanmıştır (bir sonraki bölümde buna değineceğiz)
Bazı bilim çevrelerinin, sıkıştığı ve açıklama getiremediği konularda her zaman takipçisi oldukları bilimsel düşünceleri bile bir anda hiçe saymak suretiyle hiçbir bilimsel görüşe ve mantığa dayanmayan tesadüflüğe, rastlantısallığa sığınmaları, onların yine bilimsel metotlarla, yöntemlerle hesaplamalarla yada deneysel olarak gözlemlemelerle, ölçümlemelerle...ortaya koydukları gerçekler değil, sadece o konudaki kişisel zanları ve inançlarıdır ki buda hiçbir şey ifade etmez. Yoksa, o şey gerçekten öyle olduğu için bu görüşü dile getiriyor değillerdir.  
Bununla birlikte; bilim alanında entropi ve diğer benzeri bazı yaklaşımlar, her ne kadar bilimsel olarak görülse de, birkaç bilimsel bulguya dayandırılıp diğer bilimsel gerçekleri ve algılayamadığımız, ölçümleyemediğimiz bize göre yok hükmünde olan boyutları göz önüne almamak suretiyle geneli anlamak, değerlendirmek tamamıyla eksik ve de yanlıştır. Bununla birlikte entropi ilkesi, sınırsız algılama yerine, sınırlı duyular ve ölçüm teknikleri yüzünden de istatiksel bir kavramdır. Dolayısıyla, bizim bir olaya istatistiksel olarak yaklaşım sağlamamız, onu bu biçimde tanımlamamız, sistem aslında o şekilde olduğu için değil, bizim sistemi o biçimde değerlendirmemizden kaynaklanmaktadır.

Böylece aysbergin sadece su üstünde görünümüne bakarak her şeyin bu görüntüden ibaret olduğunu sanmamız gibi, hem boyutları hem de yapısıyla sonsuz-sınırsız bir Bütün olan Kâinatın sadece algıladığımız yanını değerlendirmeye tabi tutmakta ve tüm sistemi de bu lokal anlayışa göre yorumlamaktayız.

Evrenin büyüklüğü, gerçek boyutları hakkında bir bilgi sahibi olmak için Hz Muhammed (sav) Efendimiz “ Birinci sema ve içindekilerinin tümü, ikinci sema içinde çöldeki bir yüzük oranındadır; ikinci sema ve içindekilerinin tümü üçüncü sema içinde gene çöldeki bir yüzük gibidir ve yediye kadar bu böyledir...” diyerek gördüğümüz ve ölçümlediğimiz evrenimizin bir üst boyutuna göre hiç hükmünde iken, bu evrenin de diğer bir üst boyuta göre aynı şekilde hiç hükmünde...” olduğunu genel anlamda yedi boyut biçiminde özetleyerek bize bildirmektedir.
Bu yüzden evren ve içindeki nesneler (gezegen, yıldız, galaksi...) materyalist anlayışla  sadece algıladığımız madde ve ona dayalı enerjiden ibaret değildir. Onun dolayısıyla bu nesnelerin algılayıcısına göre maddi olarak görünen sonsuz sayıda boyutları olduğu gibi( ki evrende yaşam çeşitli düzeylerden bir diğerine boyutsal dönüşümler, boyut değiştirmeler şeklinde sürekli devam etmektedir), yine Özünde bir Ruhu ve Bilinci bulunmaktadır. Bu nedenle canlı ve cansız ayrımı olmaksızın evrende her şey canlı ve de şuurludur. Keza insanında bir ruhu ve bir de şuuru vardır (ancak evren, kendi ruhu tarafından meydana getirilmesine karşın, insanın ruhu maddesel beyni tarafından anne karnında 120. günde üretilmektedir). Bu insan şuuru da Evrensel Bilinçten ayrı bir yapı olarak değil, Kozmik Bilincin o boyuttaki bir görünümü olarak mevcuttur. Dolayısıyla insanın maddesel bedeni ortadan kalksa da sahip olduğu şuuru, benliği çeşitli boyutlarda o boyutun kurallarına göre sonsuza dek yaşamaya devam eder. İnsanların büyük çoğunluğu mikrodalga boyutunda, çok az bir kısmı mikrodalga (ışınsal) boyuttaki çeşitli maddi ve manevi arınmalar sonucunda kendi kapasitelerince Salt Bilinç Boyutuna adım atarak, yok denecek kadar az sayıdaki insanlarda daha maddesel boyutta iken, bir öncekilere kıyasla çok daha geniş kapsamlı olarak Mutlak Bilinç boyutunun çeşitli sıkalalarına dönüşüm yaparlar( bu Bilinç boyutunda kendini tanıyanlar arasında da  boyutsal farklılıklar bulunmaktadır).
Genel kapsamıyla evrende her şey salt enerji-bilinç boyutundan mikrodalga boyuta ve bu boyuttan da sırasıyla parçacık, atom, molekül ve madde boyutuna ve buradan da tekrar atom altı mikrodalga boyutuna doğru dönüşüm yapmaktadır. Bu nedenle eğer biz bu sisteme bir Bütün olarak Tek bir gözle bakabilseydik (algıladığımız evrenimizin bütünselliği anlamında değil) varlıkta bir Kaos yerine,  Kozmik Bilincin bize göre her an yeni bir yaratışının gereği olarak Kainatta meydana getirdiği çeşitli mekansal ve  boyutsal dönüşümlerinin; düzensizlikten bir düzene yada bir düzenden düzensizliğe doğru bir gidiş şeklinde değil de, bir düzenden ayrı bir düzene geçişler biçiminde var olduğunu görürdük. Dolayısıyla evrenin tüm katmanlarındaki  yaşamlar Özden gelen bir biçimde programları doğrultusunda belli bir sistem ve düzen ile hareket etmektedir.


(bkz. Hangi Evreni Algılamaktayız I, II, III / www.gulizk.com /fizik) Termodinamiğin birinci ilkesi olarak bilinen Lovaziyer prensibini yani; yoktan bir şey var olmaz, var olan bir şeyde yok olmaz prensibini de aslında  Teklik açısından değerlendirirsek Salt Bilinç boyutuna göre ikinci bir varlığın mevcut olmayıp görünenlerin ise  yokluktan yok olarak var görünmesi nedeniyle yoktan bir şey meydana gelmediği gibi, kendini var kabul edene göre de, varlık hiçbir zaman yok olmayıp devamlı boyutsal dönüşümler içerisinde yaşamına devam etmektedir. 
Ünlü kimyacı İlya Progogine de Entropi kavramının sadece bizim algılama yetersizliğimizden kaynaklanmakta olduğunu belirterek bazı kimyasal maddelerin birbirleriyle karıştırıldıklarında daha düzensiz örgütlenme beklenmesine karşın daha düzenli bir örgütlenmeye dönüştüğünü göstermiş ve bu kendiliğinden beliren düzeni “çözücü yapılar” ismiyle adlandırarak bu buluşuyla Nobel ödülü almıştır. Bu buluşun en önemli sonucu ise, (ki kendisinin de belirttiği gibi) bu düzenin yoktan, tesadüfi olarak meydana gelmeyip, bunun yerine daha Derin Düzeydeki bir Düzenin boyutumuzda belirdiğini göstermiş olmasıdır. Bu aynı zamanda hayatın bu anlamda nasıl bir anda başlayıp evrimleşerek daha komplike bir düzen haline geldiğini de bize açıklamış olur.
(bkz. Hz Muhammed Ney i Oku du, Dini Yanlış Algılamak – Ahmed Hulusi, Prf. Dr. Roger Penros – Kralın Yeni Usu / Us Nerede, Taşkın Tuna – Sonsuz Uzaylar, Tübitak Bilim Teknik Dergisi – Aralık 1994 / Mayıs 96, Hayatın Kökleri – Mahlon B. Hoagland / Tübitak yayınları) )
Devam edecek...
(*) Sufizm de “madenden nebata, oradan da hayvan ve insana geçiş...” şeklinde anlatılmaya çalışılan evrimleşme de bildiğimiz maddesel boyut itibariyle değil, Kainat ve boyutları göz önüne alınarak tespit edilmiş bir olgudur.   

Not:
 Bu yazı, çeşitli ekleme ve yeni düzenlemelerle aynı isimli makale ile yer değiştirmiştir.

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 11.12.2003
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail