Kayıt için burayı tıklayın




arl Sagan, bizlerin patlamış bir süpernovanın artıkları olarak kozmik evrenin çocukları olduğumuzu söylediğinde, algıladığımız yapıdan ayrı olmadığımızı belirtmişti. Taban düzeyde tanımlanan bu ifade, genel şekliyle Tek ve Tümel olan yapının yansıdığı tüm boyutlarda  aynı özelliğe sahip olduğunu gösterir
Sagan’ ı bu sonuca iten neden ise; yıldızların yaşam hikâyelerinin sonlarında gizli.

Yirmi milyar yıl önce evren yaratıldığında yalnızca Hidrojen ve Helyum oluşmuştu. Ama çevremizdeki dünyada çok daha fazla element mevcut. Soluduğumuz havada Oksijen ve Azot,kemiklerimizde Potasyum ve Kalsiyum,damarlarımızda akan kanda Demir var. Bu daha ağır kimyasal elementler, evrenin doğduğu ilk ateş topunda yoktular, Güneş gibi küçük kütleli yıldızlarda da üretilmediler. Çünkü bu yıldızlar karbon ve Oksijenden daha ağır elementlerin üretimini başlatamazlar. Buna karşın, Güneşten 50-60 kez daha büyük kütleli yıldızların derinliklerinde ileri düzeydeki termonükleer tepkimeler için uygun ortam vardır. Bu büyük kütleli yıldızların yaşamlarının ileri evrelerinde dış katmanların ağırlığı,merkezdeki sıcaklığı milyarlarca dereceye yükseltir. Bu Cehennemlerde elementler termonükleer tepkimelere girip birkaç günde yıldızların parlaklığı milyonlarca kat artarak yaşam evrelerini evrenin en şiddetli olayı olan süpernova patlamasıyla bitirirler.(Güneş gibi küçük kütleli yıldızlarda sıcaklık hiçbir zaman yeni bir nükleer tepkime başlatacak dereceye yükselmeyerek-yani merkezde karbon ,oksijen olmak üzere-bu evrede kızıl dev halinde çok yumuşak gezegenimsi bulutsusu oluşturarak yaşam süreçlerini tamamlarlar.)
Patlamayla bu büyük kütleli yıldızın içinde oluşmuş tüm ağır elementler, uzayın derinliklerine yayılır. Bunun sonucunda da yıldızlar arası ortamı ağır elementler bakımından zenginleştirirler. Bu zengin malzemeden oluşan ikinci kuşak yıldızların çevresinde, yıldız taslak halinde iken, onu saran gaz kütlesinden yoğunlaşan gezegenler,uydular,astroid ve meteroidler oluşur.
Taslak halinde iken beş milyar yıl önce güneşi çevreleyen gaz kütlesinin başına gelen de budur.

Güneş yaratıldığında, evren 15 milyar yaşında idi. Bu zaman süresince birçok büyük kütleli yıldız yaşamış ve güneş bulutsusunu ağır elementlerce zengin hale getirmiştir. Dolayısıyla, vücudumuzdaki ve dokunduğumuz, soluduğumuz her atom, D.N.A’ larımızdaki nitrojen uzun zaman önce unutulmuş bir yıldızın derinliklerinde yaratılmıştır. Yani bizim yapımızın temeli yıldız tozlarıdır. Dolayısıyla bu; harcımızın, biçimimizin ve yapımızın, hayatla kozmos arasında derinden var olan ilişkiye sıkı sıkıya bağlı olarak bütünün yansımaları olduğumuz gerçeğini göstermektedir.

Kısaca örneklersek; yeryüzündeki yaşam, hemen hemen Güneş ışığına dayanır. Bitkiler fotonları toplayıp güneş enerjisini kimyasal enerjiye dönüştürürken, hayvanlar da bitkilerin asalakları olarak yaşamlarını sürdürürler, çiftçilik dediğimiz şey de bitkiler aracılığıyla güneş ışığı hasadından ibaret olmaktadır. Böylece hepimiz güneş enerjisiyle yaşamımızı sürdürürüz. Aynı şekilde mutasyon dediğimiz kalıtsal değişimler de,evrimin hammaddesini oluşturur. Doğanın yeni hayat şekilleri envanterini düzenlemek için başvurduğu seçimler olan mutasyonlar işte bu kozmik ışınlar tarafından kıvılcımlanır. Bu kozmik ışınlar da süpernova patlamaları sırasında hemen hemen ışık hızına eşit bir hızda salıverilen yüksek enerjili zerreciklerdir. Dolayısıyla, yeryüzünde hayatın evrimini, kısmen de olsa uzaklardaki dev güneşlerin hayat verici ölümleri düzenler.(Bu da astrolojik etkilerin  gerçek oluşunun işaretlerini göstermektedir.)
Maddesel bakış açısına göre tanımladığımız bütünselliği ve yansımalarındaki ilişkileri, şimdi de bir birimden yola çıkarak Hologramın dıştan içe bakış açısına göre  irdeleyelim:
Bir birimi göz önüne aldığımızda,ailesi ile tekil bir şuurdur. Onun her noktasında,o tekil bilincin kendisi mevcuttur. Aynı şekilde sırasıyla, aileler semtlerin, semtler şehirlerin, şehirler ülkenin, ülkeler de bir üst boyutta Dünya’nın yansımasıdır. Yani Dünya’ya ait olan tek (bilincin) yapının, Dünya’nın her noktasında,biriminde aynen mevcuttur. (Öyle ki; her biri kendi boyutlarındaki tekil şuurun yansıması olan şeyler birbirlerinden ayırt edilmez özelliklere sahiptir.)  Dolayısıyla, dünyanın herhangi bir yerinde yapılan menfi ya da yararlı bir olay, dünyanın kendisine yapılmış gibidir.
Bu nedenle dünyanın herhangi bir noktasında sağlanacak barış, aslında dünya barışını getirmeye yönelik olacaktır. Aynı şekilde (güç dengesizliği yüzünden) bir bölgedeki savaş, zulüm vb…) etkiler giderilemediği için, bunlar yeryüzünden tamamen kaldırılamamaktadır. Biraz daha genişletirsek; gezegenler ve güneş ailesi olan sistem, bir üst aşamada yıldız sistemleri ile Samanyolu Galaksisine ulaşırken, galaksi ailesi de sırasıyla diğer üst ailelerle bağlantılı sonsuz hiyerarşi biçiminde evrensel (kozmik) şuurda yerini alır.

Böyle sonsuz evrenler hiyerarşisi içinde örneğin; elektron gibi evrenimizdeki bir temel zerreciğe girilebildiğinde, tümüyle kapalı kalmış bir başka evren bulundurduğunu görebiliriz. Bunun içinde  gökadaların ve daha küçük yapıların bölgesel karşıtı olan çok sayıda ve daha küçük element zerrecikleri vardır. Bunlar da alt düzeyin evrenleridir. Ve bu hep sonsuza dek böyle gider.
Evren içinde evrenlerin bulunması, aşağıya doğru bir hiyerarşi oluşturduğu gibi yukarı doğru da oluşturur. Bizim bildiğimiz galaksiler, yıldızlar, gezegenler ve insanlardan oluşan evrenimiz de bir üstteki evrenin tek ve temel zerreciğinden biridir. Sonsuz bir merdiven basamağı gibi.
David Bhom da; bizim, (yalnızca bilim alanda değil,bireysel ve toplumsal yaşamımızda da) dünyayı parçalara bölerek, her şeyin nasıl bir dinamik ilintiyle birbirlerine bağlantılı olduğunu görmezden gelmemizi ve bunun evrensel düzeydeki eğilimimizde  pek çok problemimizin kaynağı olduğunu belirterek “bütünü etkilemeden yeryüzünün içinden değerli parçalar çıkarabileceğimizi düşünüyoruz. Bedenimizin bazı bölümüne işlemler uyguluyor ve bütünüyle ilgilenmiyoruz. Toplumumuzdaki suç yoksulluk, uyuşturucu bağımlılığı gibi  çeşitli sorunlarla uğraşırken, tüm sorunları toplumsal bir bütün olarak algılamıyoruz” 
ve ekliyor:
“Dünyayı parçalara bölerek ele almak, yalnızca işe yaramamakla kalmayıp yok oluşumuzu  hazırlamakta olduğu gerçeğini de göstermektedir.”

Ünlü Arjantinli yazar Jorge Luis Borges de her şeyin bir hayalden ibaret olduğunu ve bizlerin dünyayı (evreni) düşlemekte olduğumuzu belirtirken, fizikçi Neils Bhor da insanın, kendi varlığının koşulları, sınırlılığı ve doğanın içinde oluşuyla bağlanmış olmasına karşın, ufuklarını genişlettikçe büyük varolma dramının hem seyircileri hem de oyuncuları olduğumuz gerçeğini açıkça dile getirmektedir.

Tüm bu kavramları “Kur’an ve insan ikiz kardeştir” Hadisi ile Hz. İsa (as)’nın “Onları taşlara yazmayın çünkü onlar canlı ve şuurludur. Onları kalbinize (şuurunuza) kazıyın” sözlerini göz önüne aldığımızda Kur’an’da ifade edilen, “yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın”, “sizden önce nice milletlerin vakaları gelip geçmiştir. Onun için yeryüzünde gezip dolaşın da Allah’ın Âyetlerini yalanlayanların akıbeti ne olmuş, görün” “Çevir gözünü gökyüzüne bak, bir çatlaklık görebilir misin…”  “ Allah de ötesini bırak…”gibi Âyetleri hangi bakış açısıyla değerlendirebileceğimizi de açıklar mahiyettedir.

Bunu günlük yaşantımıza indirgeyerek örneklersek; bir şehirdeki fayların insanlarla olan ilişkisini göz önüne aldığımızda,tek bilincin maddesel boyutumuzda,enerji alış verişi biçiminde açığa çıkması ve  fayların kırılması durumuna karşın, yansımaya kaynaklık eden holografik bakış açısına göre bu; beyinlerdeki fayların (snaps bağlantıların) yırtılarak yeni oluşumların sembolik boyutta algılanır hale gelmesi ile bir ülkedeki tek ulus bilincinin yansıdığı birimlerin seçimlerle başlarına getirdikleri yöneticilerden gördükleri eylemlerin kendi eylemleri olmasını belirtebiliriz. Bunu Hz Muhammed (sav) de “bir toplum, layık olduğu gibi yönetilir”şekliyle ifade etmiştir.

Bununla birlikte;cansız olarak algıladığımız yapıların tekil bir yapı olması gibi,canlılar da, yani bitkiler, bitkisel; hayvanlar, hayvansal ve insanlar da tek bir insanlık şuuru olarak mevcuttur. Bu ifade,Tasavvufta da geçen; İnsanların var olma sürecinin temelindeki tek şuurun,enerji,ışın,atom ve maddeleşme döneminden tekamül ederek önce bitkisel sonra hayvan ve insansı formuna bürünerek zirve insana doğru dönüşümünü, yani makroplandaki evrensel dönüşümlerin yansıması olan mikroplandaki yapının evrimleşmesini  göstermektedir.

Zaten uzun süredir bilimin inandığı, evrenin en kesin kurallarından birisi olan, şeylerin her zaman daha büyük bir düzensizlik durumuna doğru kayma eylemi göstermelerine karşın (mesela bir binanın tepesinden aşağı bir teyp atacak olsanız,bu aygıtın daha düzenli bir konuma girerek bir videoya dönüşmeyip dağılmış parçalardan oluşan bir döküntüye dönüşmesi gibi...) kimyacı İlya Progigine bunun evrendeki her şey için geçerli olmadığını, yani kimyasal maddelerin birbirleriyle karıştırıldıklarında düzensiz bir örgütlenme yerine, daha düzenli bir örgütlenmeye dönüşmekte olduğunu göstererek bu kendiliğinden beliren düzenli sistemlere “çözücü yapılar”adını vermiştir.(Bu yapıların gizemlerini açıklayabilmiş olması nedeniyle Nobel ödülü kazanmıştır.)
Bu aynı zamanda milyarlarca yıl önceki yaşamın yeryüzünde birden nasıl beliriverdiğine de açıklık getirmektedir. Çünkü Gizli (Saklı) Holografik Düzen, yansıdığı her boyutta yine bir düzen içinde açığa çıkmaktadır.

Kenan Keskin
http://afyuksel.com
2
8.09.2000

 

* (Bu konu Elektrik Müh. ve yazar Maurice Coterell ile Prf.A.Lieboff  tarafından ispatlanmıştır. Bkz. Ahmed Hulusi- Sistemin Seslenişi: “Er yada Geç”)

Kaynakça:
William j.Kaufmann; Evrenin Evrimi Ve Yıldızların Oluşumu.
Carl Sagan;  Kozmos.
Michael Talbot;  Holografik Evren.


Üst Ana sayfa e-mail