2. Bölüm

Karadeliklerin doğasını daha iyi anlamak için, Einstein’in genel görelilik kuramını ve dolayısıyla alan kavramını göz önünde bulundurmamız gerekir. Çünkü evrensel çekim kuvveti, Newton’un ortaya koyduğu gibi, iki kütle arasındaki kuvvetin  bu iki kütle ve aralarındaki uzaklığa bağlı bir büyüklük değil, bu kuvvete kaynaklık eden gökcisminin oluşturduğu eğri uzayın geodeziklerini izlemesi şeklinde ifade edilir. Başka bir deyişle bir cismin çevresindeki çekim alanı, yine o cismin içinde bulunduğu uzay- zaman yapısını bükmesi, burması ile oluşur. Bu nedenle kütle çekimi dediğimiz şey, uzay-zamanın kendisinden kaynaklanan bir özelliktir (durumdur).

Bunu kafamızda canlandırabilmemiz için uzayı sadece eni ve boyu olan iki boyutlu bir yüzeyle temsil edilen çarşaf gibi düşünüp dümdüz (ki bu gerçekte üç boyutlu uzayı temsil etmekte) gergin biçimde bir arkadaşımızla iki ucundan sıkıca tutalım. Şimdi bu yüzeye bir elma konulduğunda çarşaf hemen gerginliğini kaybederek elmanın kendi etrafında üçüncü boyuta (yani gerçekte dördüncü zaman boyutuna) çökmesine neden olacaktır. (1) Elma yerine bir karpuz koyduğumuzda ise ellerimizdeki gerginlik biraz daha artarak karpuzun ağırlığıyla ilgili olarak çarşaf biraz daha çökecektir. Karpuz yerine ağır bir gülle konulduğu takdirde de çarşafın yüzeyi o kadar çökecektir ki, artık ucundan elle tutmak bile zorlaşacaktır. Çünkü cisimler kütleleri ile doğru orantılı bir biçimde yüzeyi eğriltip bükmektedirler. Eğer güllenin ağırlığı çarşafın dayanma sınırından fazla ise o zaman çarşaf bir külah halini alıp yırtılacaktır.

Bunu uzay zamana monte ettiğimizde ise, yırtılmayla beraber ya evrenin (çarşafın) başka bir bölgesiyle birleşecek ya da ayrı evrenler (çarşaf düzlemine paralel diğer çarşaflar)olarak nitelendirilen yapılarla  huni biçiminde bağlantı kuracaktır. Bununla birlikte bir misketi alıp çarşafın  yüzeyine fırlattığımızda, misket iki boyutlu yüzeyde ilerlemesine karşın üçüncü boyutta oluşturduğu çukur ve neden olduğu eğik yüzey etrafında dairesel harekete zorlanacaktır. İşte Güneşi çarşaf yüzeyine konan karpuz, dünyayı da misket olarak düşünürsek, dört boyutlu uzay-zamanda yerküremiz dümdüz hareket etmesine karşın üç boyutlu uzayda, dördüncü boyuta olan eğrilik yüzünden dairesel hareket ederek sanki aralarında çekim kuvveti varmış gibi algılanmasına neden olmaktadır. Başka bir deyişle çekim eğrilik biçiminde açığa çıkmaktadır. Dolayısıyla madde; uzay-zamanın nasıl büküleceğini, uzay-zaman ağıda; maddenin nasıl davranış sergileyeceğini belirler.

Tüm bunları göz önüne aldığımızda, aslında gravitasyonel (yerçekimi) kuvveti, cisimlerin uzay-zamandaki hareket şekillerinin oluşturmuş olduğu bir yanılsamadır. Bir adım daha ilerlersek, evrende asıl var olan sadece ve sadece uzay-zamandır. Madde (dağ, taş, sandalye,...) ve enerji (dört temel kuvvet) ise, gerçekte var olmayıp uzay-zaman kumaşındaki birer buruşukluktan, eğrilikten, büğrülükten ibarettir. Yani madde ve enerjinin her biri bu uzay-zaman kumaşında bir yumruğa, tümsek ve çukura karşılık gelir. Bu nedenle güneşin etrafında dönmekte olan dünyamız, gerçekte bir uzay-zaman çukuru etrafındaki eğimde yol almakta olan daha küçük bir çukurdur. Beyaz cüce ve nötron yıldızları bu çukurların yani eğimin en güçlü olduğu yerler iken, karadelikler ise, uzay-zaman ağının, kumaşının delindiği yırtıldığı yerlerdir. Bu yırtığın oluşturduğu uzay-zaman kumaşındaki aşırı bükülmeler (buruşukluklar), karadeliklerin o muazzam çekim güçlerine karşılık gelmektedir. Bu durumun en büyük ispatlarından biride, kütlesi sıfır yani kütlesiz fotonların (yada elektromanyetik dalgaların)büyük gök cisimlerinin yanından geçerken yollarından sapmalarıdır. Eğer gerçekten çekim gücü (kuvveti) bildiğimiz klasik anlamda mevcut olsaydı, fotonların (Elektromanyetik dalgaların) bu gök cisimlerinin yanından geçtiklerinde hiç etkilenmemeleri gerekirdi. Oysa durum bunun tam tersidir. Demek oluyor ki, fotonlar(elektromanyetik dalgalar) Newtonsal çekim etkisiyle değil, gök cisimleri tarafından meydana getirilmiş eğri uzayı takip etmelerinden ötürü sapmaya uğramışlardır. Yada hareket ettikleri uzay eğrildiği için fotonlarda doğal olarak o uzayla birlikte bükülürler. 

Böylece, eğri uzay-zamanın içinden geçen ışık ışınları da, yolundan ayrılarak bükülür. Bu yüzden de örneğin, güneş tutulması sırasında güneşin yanında görülen yıldızlar gerçekteki yerlerinden biraz sapmış (kaymış) olarak görünmektedir.

Bununla birlikte uzay-zaman eğriliğinin bir başka özelliği de,özel rölativite teoreminde olduğu gibi fiziksel kavramların hıza bağlı değişimlerinin ona eşdeğer çekim altında da gerçekleşmesidir. Tıpkı, bir cismin ışık hızına yakın bir süratte sahip olacağı kütlenin,eşdeğer çekim altında da (kütleyi hızlandırmadan) aynı ölçüm sonucunu vermesi gibi...

Dolayısıyla uzay-zaman eğriliğinin (çekiminin) fazla olduğu yerdeki  zamanın da dıştan bakan gözlemciye göre yavaşladığını söyleyebiliriz. Yani, uzayın derinliklerinde, tüm çekim kaynaklarından uzaktaki saatler normal hızda ilerlerken çekimin yoğun olduğu bölgelere yaklaşıldığında, çekimsel eğrilik nedeniyle saatler normalden daha yavaş ilerler. Bununla ilgili olarak, bir binanın alt katındaki saatlerin, üst kattakilerden ve yeryüzünden gittikçe uzaklaşan  tüm saatlerden daha yavaş çalıştığı deneysel olarak gösterilmiştir.

Tüm bunların ışığında karadeliklere tekrar dönersek, yıldızı oluşturan parçacıklar arasındaki çekim kuvveti üstün gelmeye başlayınca çökme hızlanır. Saniyeler içinde elektronlar, nötron ve protonların birbirlerinin içine girmesiyle yıldızın boyu olağan dışı küçülür. Çekim kuvveti, yıldızın hacmini küçülttükçe yıldızın çevresindeki uzay-zaman eğriliği de gittikçe artar. Bunun sonucu olarak da yıldız yüzeyinden ayrılan ışınlar da giderek daha büyük oranda eğilmeye başlarlar. Bu bükülme sonunda öyle bir kritik aşamaya gelinir ki, tüm ışınlar tekrar yıldız yüzeyine geri dönerler. Yıldızdan çıkan ışınlar ne yönden olursa olsun eğri uzay zaman tarafından geri döndürüleceğinden, yıldız simsiyah kesilir ve hiçbir cisim ışıktan hızlı hareket edemeyeceği için de (fakat bu algıladığımız evren için geçerlidir) artık yıldızdan dış evrene hiçbir şey kaçamaz ve sonucunda çekim öylesine güçlü hale gelir ki, yıldız tam anlamıyla evrenden yok olur.

Işığın artık kaçamayacağı kritik yarıçapa olay ufku, yıldızın çökerek bir karadelik oluşturması için meydana gelecek büyüklüğe de “schwarzchıld” yarıçapı denir. Her ne kadar olay ufkundan bahsederken sanki burada somut bir şey varmış gibi algılansa da gerçekte burada fiziki yada maddi olan hiçbir şey yoktur. Burada sadece sonsuz bir biçimde bükülmüş, eğrilmiş uzay-zamandan yada mutlak boşluktan başka bir şey yoktur. (2) Buna “saf kütle çekim topuda” denilmektedir. Bununla birlikte olay ufkunun ardında ne olup bittiğini anlamanın hiçbir yolu yoktur. Bu ufkun ardında kimseyle haberleşemezsiniz. (Mesaj gider, ama oradaki mesaj asla gelmez) Çünkü orası, bizim uzay zamanımızdan soyutlanarak evrenimizin bir parçası olmaktan artık çıkmıştır ve yıldız da olay ufkunun altında tüm kütlesini merkezdeki sıfır hacimde ve sonsuz yoğunluktaki bir DÜŞSEL TEKİLLİK noktasında toplamaya yönelik çökmesine devam eder.

Bir karadelik ne kadar kütleli ise, yoğunluğu da  o kadar fazladır.  Eğer Güneş bir karadelik olabilseydi schwarzchıld yarıçapı 3 km, güneşin 150 milyar katı kütleye sahip olan Samanyolu Galaksisinin 450 milyar km ve tüm algılayabildiğimiz evrende kapalı bir evren haline getirecek kadar madde bulunmuş olsaydı onun da yarı çapı 300 milyar ışık yılı kadar olacaktı. Ayrıca yapay bir karadelik oluşturmak için de 1600 ton demiri cm’ nin yüz milyonda birine sıkıştırmak gerekirdi. Bununla beraber, eğer dünyamızın tüm kütlesi 1 cm yarıçaplı bir misket içine sıkıştırılabilseydi, suyun yoğunluğunun santimetre küpte bir gram olduğu yerde dünyanın beş gram olan yoğunluğunu trilyar kez artırmış olurduk. Bir karadelik yaratmak için ya bir nesneye çok büyük kütle eklemek yada hiçbir kütle eklemeyip sadece o nesnenin boyutlarını dolayısıyla çapını olabildiğince küçültmemiz gerekir. Bu durumda cismin kütlesi sabit olmasına karşın yoğunluğu artacaktır. Çünkü bir cismin sahip olduğu kütlesel çekim kuvveti o cismin kütlesiyle doğru, cisimden olan uzaklığının karesiyle ters orantılıdır. Yani, cisme olan uzaklık arttıkça çekim kuvveti azalmakta, yaklaştıkça artmaktadır. Mesela bir top büyüklüğündeki cismi milyon kez küçülttüğümüzde, cismin yarı çapı da küçüleceğinden cismin yüzeyindeki çekim kuvvetini de bir önceki durumuna göre milyon kere milyon artırmış oluruz. Bunun ilginç yanı, dünya böyle halde iken Ay’ın yine onun çevresinde dönmesini sürdürebilmesidir. Ay’daki bir insan bu misketi asla göremezdi, fakat çekimini algılayabilirdi. Aynı şekilde güneş de beyaz cüce olma durumuna geldiğinde yakın gezegenleri yutmasına karşın (bu sırada kuvvet dengelerinin bozulmadığını varsayarsak), dış gezegenler yörüngelerinde hareket etmeye devam ederdi. Ancak gerçekten kuvvet dengeleri bozulacağı için dış gezegenler dağılarak güneş sisteminin dışına itilirler.

Çünkü evrende önemli olan hacim değil, kütledir. Yani bir şey hacimce ne kadar büyük olursa olsun, eğer kütlesi seyrekse başka deyişle yoğunluğu az ise, kendinden daha yoğun olan fakat çok küçük bir kütlenin çekimine kapılmak durumundadır. Bununla beraber Güneş’ten üç defa büyük çöken bir yıldızın, karadelik haline gelmesi benzer değişle yıldızın çökme hızının ışık hızına ulaşması, saniyenin 67 milyon birinde, güneşten on kat daha kütleli bir yıldız için saniyenin 4 milyonda biri, milyon kez daha büyük bir yıldızın da çökme süresi diğerlerine göre oldukça uzun bir dilim olan saniyenin dörtte biri kadar olmaktadır.

Karadeliklerin doğasını daha da derinden algılamak için, karadeliğe doğru hareket eden bir gözlemci ile ona dışarıdan bakan ayrı bir gözlemcinin birbirlerini ve çevrelerini nasıl algıladıklarını bilmek amacıyla bir uzay gemisinin olduğunu ve ana gemiden de  ayrı bir aracın  karadeliğe doğru gönderildiğini düşünelim. Ayrıca bu süreç içinde de hem duran, hem de hareket halindeki gözlemcilerimiz birbirlerine her saniye mavi renkli bir sinyal göndersinler. Dıştan bakan gözlemci ilkin hiçbir şey fark etmez ve gönderdiği her saniyelik sinyale karşılık gelen sinyalleri aynen almaya devam eder (çünkü değişimler ışık hızına çok yaklaştıkça açığa çıkmaktadır). Fakat hareketli olan karadeliğe yaklaşmaya başladıkça, dıştaki gözlemciye gelen sinyallerin zaman aralığı yavaş yavaş artmaya,mavi renkli ışığın dalga boyu da kırmızıya kayarak kızıl renkte görünmeye başlar. Bunun nedeni çekimin yol açtığı etkinin fotonlar üzerindeki belirtisidir. Yani enerjisini azaltır. Tıpkı, Dopler etkisi olarak  bilinen yasaya göre,evrenin genişlemesiyle birlikte bizden uzaklaşan cisimlerin gönderdiği ışınların hız nedeniyle kırmızıya kayması gibi. Başka bir deyişle araç karadeliğin olay ufkuna yaklaştıkça, dıştaki gözlemci her saniyeye karşılık, sırasıyla artan bir zaman aralığıyla  sinyalleri almaya başlar ve tam araç olay ufku sınırına geldiğinde,bu zaman genişlemesi 1 saniyeye karşılık sonsuz bir süreye uzayarak (ki zaman durmuştur artık) bu uzay zaman ağında aracın donmuş görüntüsünü algılar hale gelir. (3)

Şimdi de araçtaki bir gözlemci, dışarıyı nasıl algılar onu görelim. Öncelikle o da anormal bir şeyle karşılaşmaksızın  hareket etmesine rağmen, çekim etkisi arttıkça (gelen sinyallerin dalga boyları kısalarak mavi rengin üstündeki renk yelpazelerine kayar), geride bıraktığı cisimlerin kenarlarını önünde görmeye başlar. Nedeni de hareketin(çekimin) yol açtığı uzay zamanın eğilip bükülmesidir. Işık hızına yakın bir sürate ulaştığında ise, her şeyin sıkışıp küçücük dairesel pencereye dönüştüğünü ve baktığı uzayın kütlesinin azaldığını (şeffaflaştığını) boyutların uzayıp arttığını ve zamanın da hızlandığını görür.

Tam olay ufkunda ise, hızı ışık hızına ulaşarak (olay ufkuna giren tüm nesneler, çekim etkisiyle sırasıyla moleküllerine, atomlarına, parçacıklarına ve nihayetinde fotonlarına yani  en temel bileşenlerine ayrılıp ışık hızıyla hareket ederek, enerji, mikrodalga aslına dönerler.) kütlenin sıfır, zaman ve boyutların da sonsuz olmasıyla, dinsel verilerdeki gök katlarının kitabın sayfalarının dürülmesi gibi, dairesel pencerede kapanarak TEKİLLİKTE yok olur. Yani, evrenin tüm tarihi tüketilmiş, uzay-zaman, madde, enerji de anlamını yitirmiş olur.

Dıştan bakış açısına göre, karadeliğin olay ufkundaki cismin donmuş görüntüsünün algılanmasına karşın, hareketli olan cisim olay ufkunun ardına geçerek ışıktan hızlı takyon boyutuna girer. Burada soyut olan zaman, somut,  somut olan uzay da soyut hale dönüşür (ve bilinen tüm yasalar ters işler). Bu boyutta zaman başka deyişle Nedensellik ilkesi ters işlediğinden, hareketli cisim merkeze doğru ilerledikçe tükenmiş olan evrenin tarihi, gelecekten geçmişe doğru akmaya başlar ve karadeliğin tam merkezine ulaştığında ise evrenin ilk oluşum anındaki safhaya ulaşır. Ve burası aynı zamanda karadelik küresinin tam merkezi, kurt deliğindeki hortumun da tam orta noktasıdır. Yolculuktan anlaşıldığı üzere bu nokta da evrenimize ve evrenlere ait tüm bilgi en ufak detayına kadar mevcuttur. Yine bu nokta da başlangıç ve son birleşiktir daha doğrusu aynıdır. Dolayısıyla bu nokta da evrenimiz ve evrenlere ait son hareket bellidir. Sonraki süreçte ise (olay ufuklarını bir huniye benzetirsek, huni hortumlarının birleştiği bu nokta dan), hortumun diğer bölümüne doğru hareket ederken evren soyut (takyonik) olarak zamanda ileri doğru akmaya başlar ve everenin sonu geldiğinde diğer kurt deliğinin olay ufkunda takyon enerjisi bildiğimiz anlamda enerjiye dönüşüp safha-safha yoğunlaşırken zamanda gelecekten geçmişe doğru giderek evrenin herhangi bir uzay ve zamanına geri döner ve orada açığa çıkar.

Şimdi de bu nokta ya madde planından giderek değil de, direkt tepe nokta dan bakacak olursak; bu nokta evren ve evrenlere ait bütün programlara sahip bir biçimde big-bang nokta ve noktaları olarak kainatı meydana getirir. Benzer bir ifadeyle; Mutlak Bilince ait hülyalı düşünceler bu nokta ile beraber filizlenerek big-bang patlamalarıyla önce bildiğimiz türden enerji boyutunda sonrada sırasıyla yoğunlaşarak algılayıcısına göre maddesel evrenleri meydana getirmektedirler.

İşte evrenimiz, t=0 anı olan bu nokta ile 10 üssü (-43) saniye arasında soyut bir halde süper uzayda iken, 10 üssü (-43) sn de Süper Uzay sona ererek soyut haldeki enerji Planck kütleli akdelik noktasının olay ufkundan bildiğimiz anlamda kuantlaşma ile birlikte enerji ve madde şekline dönüşür.

Konunun daha iyi anlaşılması için tekrardan maddesel boyuttan yola çıkarsak; 10 üssü (-33) cm çaplı Planck aralığı yada karadeliğin tam olay ufkuna geldiğimizde bildiğimiz uzay-zaman yapısı ortadan kalkıp tek bir nokta olarak süper uzaya açılırız. Bu boyutta ise, bizim evrenle birlikte sonsuz evrenlere ait big-bang noktaları bulunur. Bu noktalara bir açıdan baktığımızda bunlar tünellerin ağzıdır. Dolayısıyla süper uzayın girişi tünellerin ağzından meydana gelmiş bir yapıdır (dokudur) diyebiliriz. Bu boyutta noktalar bir diğerinin aynısı olduğu için her bir tünelde de diğer tüm tünellere ait olan bilgiler mevcuttur. Bizim evrene ait olan big-bang noktası yada bu tünelin ağzından içeri girdiğimizde (ki bunların hepsi boyutsal iniştir) evrenimize ait tüm oluşlar deminde dediğimiz gibi sonsuz gelecekten geçmişe akarak bize göre t=0 anında en başa döner. Yalnız t=0 sınırında süper uzayın tavanında görünen tüm tünellerde bu nokta da birleşirler ki buraya mistik dille “Nur üstüne Nur” denmektedir. Yani öyle bir nokta düşünelim ki, süper uzayın tabanı olan bu noktadan huni biçiminde sonsuz tüneller çıkmakta ve süper uzayın tavanı olan tünellerin ucundan (ağzından) big-bang patlamalarıyla somut enerji ve maddesel evrenler oluşmakta.

t=0 anından öncesinde ise ne olduğuna bilim cevap verememektedir. Bunun cevabını sufizm de buluyoruz. Mistisizm bu noktanın öncesinde, bize göre soyut olarak ifade ettiğimiz takyonlara bile soyut bir boyut olan mana boyutunun olduğunu söyler. Resulullah da  “Allah var idi ve Onunla birlikte hiçbir şey yok idi” şeklinde ki ifadesiyle bu boyutta Allah’ın kendi kendine var olduğunu belirtmektedir. Bir başka anlamda burası Salt İlim boyutudur. Bu boyutta kesinlikle bir yaratılmışlık söz konusu değildir ve yaratılmışlığa ait olan tüm olaylarda şekilsiz ve suretsiz bir biçimde  burada mevcuttur. Yaratılma bu t=0 anından itibaren başlamıştır. Gerçi bu andan itibaren tüm boyutlarda da Ondan ayrı bir şey yok fakat bu boyutlar yoktan var edilmiştir. Üstelik bunlar bile bize göre anlatımlardır.

Bununla birlikte; dini terminolojide Hz Muh(sav) in miraç hadisesinde, Sitrei Münteha olarak isimlendirdiği ve Cebrail (as) ın “bir adım daha atarsam yanarım” (ki varlığım bir üst boyut itibariyle devam eder anlamında) dediği bu nokta, tüm enerji biçimlerinin sona erip bittiği ve Allah’a ait olan manaların başladığı sınırdır ki, bu boyutta zaman kavramının her türüne yer yoktur. Çünkü bu sonsuz ve sınırsız boyuttaki zaman birimi “An” olarak ifade edilmektedir.

Burada çok önemli bir husus da; manaların enerjiye  yani soyuttan somuta dönüştüğü ilk anda, sınırda ki sonsuz-sınırsız enerji boyutunda da yine zaman ve mekanın varlığı mevcut değildir. Bu yapıda da zaman birimi “An” dır ve her şey yine şekilsiz ve suretsiz bir biçimde bir Bütün olarak mevcuttur. Uzay-zaman dediğimiz şey, bu ilk andaki Bilinçli Enerjinin çeşitli oranlarda, terkiplerde yoğunlaşması sunucu big-bang patlamalarıyla bildiğimiz enerji ve madde biçiminde görünmesiyle meydana gelmiştir. İşte tam bu t=0 anı olarak kabul ettiğimiz ve tüm sonsuz tünellerin birleşim noktası olan bu nokta da ki sonsuz enerjiye mistik dille Allah’ın Kudret Sıfatının mazharı olarak Ruhu Azam, İlim Sıfatının mazharı olarak Aklı Evvel (Kozmik Bilinç), Kimliğine de Hakikatı Muhammediye ismi verilmektedir. Dışarıdan bu nokta (aslında böyle bir şey olmaz ama anlatım sadedinde) 0 (Hiçlik) noktası olarak algılanırken, aynı şeye içeriden bakıldığında bu noktanın sonsuz-sınırsız bir Bilinç ve Enerjiye sahip bir yapı olduğu görünür. işte Kainattaki tüm yaratılmışlar varlığını ve bilincini bu Melekten alırlar.          

Bu konuyu ünlü İslam mistiği Şebüsteri ise şöyle ifade etmektedir. “Bütün devir, günler, aylar, yıllar tek bir noktanın içine toplanmış, bir ana sığmış. Ezelle ebed birbirinin aynı. Başladığı noktadan itibaren dönüp duran şu devran, binlerce şekle bürünüp görünmekte. Her noktada bir dönüş başlamakta,ve yine o noktada bitmekte, merkezde O, bu dönüş de dönende O”.

(bkz. Zaman Ötesi – Ahmed Fevzi Yüksel / www.gulizk.com)

Devam edecek...

İstanbul - 04.01.2000
http://gulizk.com

 

(1)Bu kumaşı tıpkı örümcek ağı yada bir alış veriş filesi gibi düşünürsek, bu ağın gergin dümdüz halini uzay, üçüncü boyuta olan derinliğin neden olduğu tümsek ve çukurluklu kırışık durumdaki yapısını da uzay-zaman olarak görebiliriz.

(2) Uzay-zamanın geçerli olmadığı bu mutlak boşluğa kuantum fiziği açısından bakacak olursak burasının boş değil, sonsuz sınırsız enerji alanlarıyla dopdolu canlı ve şuurlu bir boyut olduğunu görürdük. Bu boyutu David Bohm kuantum potansiyeli kavramı ile açıklarken bazı fizikçiler ise, yine kuantum potansiyeli ile benzer özellikleri taşıyan takyonlarla açıklamaktadırlar. Ayrıca hologram teorisinin takyonları da içerecek şekilde açıklaması bu iki görüşün aslında ayrı ayrı şeyler değil, birbirleriyle bağlantılı, ilintili olduklarını da bize göstermektedir.

 

(3) Bu tür anlatımlarda konunun daha iyi anlaşılması için genelde bir–iki parametre göz önünde bulundurulup diğerleri göz ardı edilebilmektedir. Mesela zaman gibi. Fakat olayı tam algılayabilmek için bütün parametreler aynı anda düşünülmelidir

 


Üst Ana sayfa e-mail