Kayıt için burayı tıklayın




Nesnel varlığın uzay-zamandan bağımsız bir biçimde bağlantılarını makroskobik boyutlarda Akdelik-Karadelik,mikroskobik boyutlarda da kuantum köpüğü (iç irtibatı)sağlamaktadır. İnsanın da beyni vasıtasıyla bu iki boyut arasında birleştirici bir katman olması dolayısıyla aynı özelliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yani beynimiz evrendeki tüm uzay zaman noktalarıyla aynı tünel süreciyle bağlantılıdır. Bu konuda fizikçi Jack Sarfatti “sinyaller uzayın bütün parçaları arasında haberleşmeyi sağlayacak surette,solucan deliği bağlantıları vasıtasıyla uzayın bütün parçalarına nüfuz etmiş büyük bir Kozmik Beynin sinir hücreleri dürtülerine benzetilebilir.” şeklinde durumu ifade ederek ,tümel olan Kozmik Bilincin yoğunlaşmasıyla ,maddesel boyutta şeyler olarak açığa çıkması ve sonunda da bu  boyuta göre tanımlanan tünel süreci ile birbirleriyle ilişkili bir biçimde,aralarındaki etkileşmenin ,Telepati,durugörü,(geçmiş ve geleceğe) Psikokinetik etki,maddeleştirme(materyalize olma),psikometri,…vb)oluşumları açıklayabileceğini söylemektedir.

Aynı kavramı başka bir açıdan ele alırsak; tüm evren ve evrenler(tünel içi uzayı olan )süper uzayda soyut (hayal) biçiminde bütün olarak düşünce şeklinde mevcuttur. Ve bu düşünce patlayarak tünel ucundan Ak-delik olarak evrene açılır(bu hem galaktik hem de mikro planda da böyledir).Günümüzde bilim adamları da kuasar olarak adlandırılan Ak-delikleri Big-bang öncesi olan  bu uzaydan ya direkt ya da evrenin başka bölgesinde karadelik olarak çöken galaksinin açılımı olarak düşünmektedirler. Başka bir deyişle;burada düşünce olarak var olan bir şey olmuş bitmiş olarak çokluk boyutta uzay-zamana yansıyıp kendini bu boyuta göre  tünel süreciyle tanımlayarak iki uzay zaman noktasının takyonlar (psitronlar)aracılığıyla birbirine bağlı olduğunu açıklar.

Bununla birlikte;bu uzayda aynen sıradan uzay gibi noktalar içerir. Ancak aradaki fark,süper uzaydaki her noktanın bütün evren içindeki her objenin bulunduğu yeri yanı sırada bütün ve farklı bir evrenin küçük ölçekli modelini göstermesidir. Tıpkı küre merkezinin yarıçap doğrultusu ile tüm uzayı işaretlemesi gibi. Bu küre yüzeyinden bir çemberi bizim evren olarak,tüm alanı tarayan yüzeyi de (ki bu alan sonsuz çemberden oluşmaktadır)evrenler olarak düşünebiliriz. Işık hızı ötesi olan bu boyut Finberg uzayı,Hilbert uzayı şeklinde de isimlendirilerek yine aynı boyut anlatılmak istenmiştir. Farklı adlandırılmaları çokluk boyutuna göre değerlendirilmelerinden kaynaklanmaktadır. Örneğin Finberg uzayı dev yıldızların çökmesiyle oluşan karadelik olma süreçlerinden gelinen nokta iken, Hilbert uzayı da kuantum boyutlarından gelinen nokta (plank uzayı altı)olup her ikisi de süper uzaydki aynı noktayı tanımlar. Ve bu noktada büyük ve küçük,uzak ve yakın,makro ile mikro aynıdırlar. Bu aynılık yansıdığı mikrodalga ve yoğunlaşmasıyla madesel boyutlarda geçerlidir. Tıpkı makrokozmozun,içinde barındığı mikrokozmosun sonsuz kopyasından meydana gelmesi (yani bir fotonun tüm evreni içermesi ve aynı evrenin fotonlardan oluşması) gibi.

Bununla birlikte tünel süreci bize,zaman sabit iken (yani aynı anda) en az farklı iki uzay (mekân)arasını yanı sırada aynı mekanda fakat farklı zaman arasında birleşimin varlığını göstererek geçmiş-şimdi ve geleceğin aynı yerde olduğunu bildirir. Bu konuda ünlü fizikçi Alan Wolf  yazdığı paralel evrenler kitabında küçük bir parçacığa eğer mikroskobik açıdan bakılacak olursa onun da bir kurtdeliği(akdelik ve karadelik) olabileceğini belirterek, karadelik uzmanı olan S. Hawking’ in kurtdelikleri aracılığıyla evren ve evrenler arasından sızan tek şeyin sadece enerjiyle sınırlı kalmayıp bilgi ve düzen kavramının da nakledilebileceği gerçeğini dile getirdiğini belirtmektedir. Dolayısıyla tüm bunların ışığı altında şunlara açıklık getirebiliriz: Diyelim ki iki kişi arasında bir telepatik mesaj gerçekleştirilsin. İlk kişi bir heykele bakarak yoğunlaştığında beynindeki imaj, psitronlara dönüşerek aynı anda (psitronların sonsuz hızda olmaları nedeniyle) ikinci kişinin beyninin ilgili hücrelerini harekete geçirmesiyle imajın onda algılanması sağlanmaktadır. Psikokinetik etkide ise,etki edilecek madde ,düşünülen imajın takyonlardaki formu, ışın boyutuna frenlenerek mikrodalga boyutundaki yapısı ile rezonansa girip formasyon oluşturarak fiziksel etki biçiminde açığa çıkması söz konusudur. Eğer bu oluşum daha önce bilinen bir madde üzerinde değilse ,o zaman bu materyalize denilen (ortada bir şey yokken bir anda nesne var etmek)oluşumları meydana getirmektedir. Zaten her şey düşüncenin yoğunlaşmış hali değil miydi? Durugörüde ise;istenilen görüntünün yine psitronlara dönüştürülmesiyle beynin görme merkezinin irrite edilmesi sonucu değerlendirilmesiyle algılanır. Buna bir örnek verirsek, Amerika’daki Hürriyet Heykelini görmek isteyen biri, eğer görüntünün elde edileceği açıda bulunmuş olsaydı,o açıya gelecek Elektromanyetik dalgaların beynindeki işlevleri sonucu görecekti. “Fakat o kişi İstanbul’da ise o zaman bu nasıl gerçekleşecektir?” sorusuna verilecek cevap,durumun bir önceki gibi değişmeyeceği   olacaktır. Yani yine o açıya gelen Elektromanyetik dalgaları takyonlara dönüştürerek (ki bunu oluşturan beyindir)aynı anda istenilen görüntü algılanır. Haricimizde var kabul ettiğimiz bir nesnenin durumunda ise çok güçlü çekim alanı altında maddenin uzay-zaman hapishanesinin ötesi olan süper uzaydaki biçimine dönüştürülerek istenilen noktada ya da noktalarda(ki bir nesnenin  birçok yerde görünmesi,açığa çıkması  demektir) tekrar yoğunlaştırılmasıyla ortaya konabilir. Bu aynı zamanda kuantum fiziğindeki parçacıkların karşılaştıkları engelleri tünel açma yoluyla aşmalarını yani klasik fiziğe göre bulunmamaları gereken yerde var olmalarını da açıklar. Tıpkı Radyoaktivitede olduğu gibi.
Burada önemli olan bir nokta da, metafiziksel oluşumların maddenin gölgesi olarak da adlandırılan soyut uzay aracılığıyla ifade edilmesinin başka açılarla açıklık getirilmeye çalışılan modelleri ortadan kaldırmayacağıdır. Çünkü olay tüm boyutlarda senkronize biçiminde aynen gerçekleşmektedir. Bu yüzden önemli olan, ortaya konan tüm modelleri yani bakış açıları arasını ilişkilendirerek Tek bir bakış açısı altında değerlendirmektir.
Bunu göz önünde bulundurarak aynı olayları David Bhom’un Hologram anolojisi açısından da açıklık getirebiliriz. Bu açıya göre biz gerçekliğin kendisiyle ilişkiye geçebilir ve bilgi alabiliriz. Bu anlaşılmadık bir şey gibi görünse de,holografik bir evrende şuurun her şeye sinmiş olması ve “Anlamın” hem zihinsel hem de fiziksel  dünyada etkin bir varlığa sahip olduğu düşünülecek olursa, hiç de garip görünmeyerek “anlamın her yerde “hazır ve nazır” olma niteliğinin telepati ve uzaktan görme fenomenlerine olası bir açıklama getirerek her iki fenomenin de aslında psikokinezinin farklı biçimleri olduğunu söyleyebiliriz.

Tıpkı psikokinetik olayında gerçekleşen  bir zihinden,bir nesneye iletilen Anlam Rezonansı gib,i uzaktan görme olayında da bir nesneden bir zihine iletilen bir anlam rezonansı olarak bakılabileceği ve sonucunda da “Anlam,uyum ya da Rezonans” bir kez sağlandığında  aksiyonun her iki yönünde de başlayarak uzaktaki sistemin “Anlamı” GÖZLEMCİNİN İÇİNDE HAREKETE GEÇEREK bir tür tersine psikokinezi üretip,o sistemin imgesini o kişiye geçirmesi gibi.(Bu ayrıca bize;hem holografik hem de takyonik olan bir evrende “orası” kavramının olmaksızın düşüncenin,enerjinin ve maddenin bir yerden başka bir yere olan naklini açıklamaktadır.)
Bununla birlikte,Princeton Üniversitesinde görevli olan Fizikçi Robert J. Jahn ve klinik psikoloğu Brenda J. Dunne, aynı üniversitenin mühendislik alanındaki Anomalleri araştırma labaratuarında on yıldır yürüttükleri titiz deneyler sonucunda ,Zihnin,fiziksel gerçeklik ile pisişik yolla etkileşebileceği konusunda kuşkuya yer bırakmayacak bir kanıt birikimi sağlayıp insanların zihinsel yoğunlaşma yoluyla bazı tür makinelerin işleyişini etkilemekte oldukları sonucunu ortaya koyarak Bhom’un görüşlerine benzer bir görüş geliştirmişlerdir. Onlar gerçekliğin yalnızca şuurun kendi çevresiyle olan karşılıklı etkileşiminden oluştuğuna inanmakla birlikte ,şuuru bilgiyi üreten alan ya da her şeyi kullanarak ,hayvanların,virüslerin,DNA’ ların, makinelerin(ki ister yapay zekaya sahip olsun ister olmasın) ve cansız kabul edilen nesnelerin hepsinde gerçekliğin yaratılmasına katılmalarını sağlayacak özelliklere sahip olduklarını söylemektedirler. O takdirde bilgiyi yalnızca diğer insanların zihinlerinden  değil de ,canlı gerçeklik hologramın kendisinden öğrenebiliyorsak,psikometri yani bir nesnenin geçmişi hakkındaki bilgiyi yalnızca ona dokunmak yoluyla öğrenme yetisini açıklamış olur. Dolayısıyla böyle bir nesne cansız olmayıp kendine özgü bir şuurla kaplıdır. Yani o evrenden bağımsız olarak var olan bir şey değil ,her şeyin arasında var olan karşılıklı bağlantının bir parçasıdır. Bu yüzden de sırasıyla  onunla ilişkiye geçmiş bulunan herkesin düşünceleriyle ,onun varlığıyla ilişkisi olmuş her hayvan ve nesneyi kapsayan şuurla,kendi geçmişi yoluyla saklı düzenle ve onu elinde tutan kişinin zihniyle bağlantılıdır. Bu da bize Mistik kaynaklarda bildirilen Kabe’nin görünen yönüyle bir taş olmayıp ,Kozmik Bilincin tüm boyutlarıyla yansıtan bir yüz (mahal) olduğu yolundaki görüşleri de ispatlamaktadır. Bunun yanı sıra günümüzde saçma,anlamsız,bilim dışı kabul edilen fakat gerçekte ise,sembolik dille anlatılmak istenen Âyet ve Hadislere de açıklık getirmektedir. Bunlardan birkaçına örnek olarak;Hz Muhammed (sav)’in tepinen dağın uslanması için onunla konuşması, çıplak şekilde yıkanan Musa (as)’ nın elbisesini alıp kaçan taşları, hurma kütüğünün hüngür hüngür ağlamasını ,cehennem ateşinin Allah’a yakınmada bulunmasını ve Hz İsa (AS) nın şehre girerken Kudüs ile konuşmasını gösterebiliriz.

Şimdi de tüm bu kavramları somut deneyler ışığında değerlendirmeye çalışalım. Bu deney dizilerin birinde,Jahn ve yardımcısı Dunne ,rastgele olay jeneratörü ya da REG adı verilen bir araç kullanarak önceden tahmin edilemeyen doğal bir sürece ,örneğin radyoaktif ayrışmaya bağlı olarak iki elemanlı bir rakam dizisi üretmişlerdi. Böyle bir dizi şu rakamlardan oluşabilir,1,2,1,2,2,11,2,1,1,1,2,1.Başka bir deyişle REG çok kısa sürede olağan üstü sayıda yazı-tura atabilen bir tür otomatik yazı-tura makinesidir. Herkes bilir ki ,dengeli ağırlığa sahip bir bozuk parayı 1000 kez havaya fırlatacak olursanız,yazı ve turayı kendi aralarında 50/50 oranında bölüştürmüş olursunuz. Gerçekte,atılan yazı-turaların her 1000 adedinde paranın bir yüzünü ya da diğerine düşme sayısı ufak farklılıklar gösterebilir,ama fırlatma sayısı arttıkça bölüşüm 50/50 ye yaklaşacaktır. Jahn ve Dunne’ nin yaptığı şey, REG lerin önüne oturttukları gönüllülerden dikkâtlerini yoğunlaştırarak yazı ve turaların her birinden anormal sayıda üretmelerini istemekti. Sözün tam anlamıyla yüz binlerce denemeden sonra, yalnızca zihinsel yoğunlaşma yoluyla gönüllülerin REG sonuçları üzerinde gerçekten ufak ama istatistiksel olarak önemli bir etki yapmış oldukları ortaya çıktı.
Bununla beraber bu bulgular bazı bireylerin makineler üzerinde bozucu bir etki yaparak araçların yanlış çalışmalarına neden olma eylemlerini ki bunlardan en bilineni olan,pilotlar,havacılar ve askeri operatörler tarafından sık sık bildirilen ünlü Gremlin Etkisini’nin yani önceden titizlikle kontrolden geçirilmiş araç-gerecin en olmadık zamanlarda açıklanamaz biçimde bozulması olgusunun şuursuz bir PK eylemi olduğunu bize açıklar.

Eğer zihinlerimiz beynimizden dışarı uzanıp bir bilye sağanağının hareketlerini ve bir makinenin işleyişini değiştirebiliyorsa böyle bir yeteneğin bilinen tüm fiziksel süreçlerin bir dalga-parçacık ikilemine sahip olduğu gibi şuurun da böyle bir özelliğe sahip olduğunu göstermektedir. Yani,şuur parçacık özelliği taşıdığı sırada beyinlerimizin içinde gibi görünürken,dalga görünümüne girdiğinde de,tüm diğer dalgalar benzeri fenomenler gibi uzaktan etki üretebilmektedir.
Bunun yanı sıra Helmut Schmidt ve Marilyn Schlitz, yapmış oldukları birçok deney sonucunda zihnin geçmişi de değiştirebileceğini ortaya koymuşlardır. Bu çalışmaların birinde Schmidt ve Schlitz, bilgisayar destekli rastlantısallık sürecini kullanarak 1000 farklı ses dizisi elde etmişlerdi. Bu dizilerden her biri çeşitli sürelere sahip 100 tonu içeriyordu ve bunlardan bazıları kulağa hoş gelen seslerdi,bazılarıysa yalnızca ses patlamalarıydı. Bu seçim gelişigüzel yapılmış olduğu için ,olasılık hesabına göre her dizinin kabaca yüzde ellisinin hoş seslerden ve yüzde ellisinin de gürültülerden oluşması gerekiyordu. Daha sonra bu ses dizinlerin kaset kayıtları gönüllülere postalandı. Sujelerden ,bu kasetleri dinlerken hoş seslerin sürelerini Pk olarak uzatmaları ve gürültülerin sürelerini de azaltmaları istendi. Sujeler bu deneyi tamamladıktan sonra sonuçları laboratuara gönderdiler. Araştırmacılar daha sonra özgün dizileri yeniden incelediğinde, hoş seslerin sürelerinin ,gürültülü seslere göre daha uzun olduğunu gördüler. Diğer bir deyişle;SUJELER PK OLARAK ZAMANIN GERİSİNE DOĞRU GİTMİŞ VE SESLERİN DAHA ÖNCEDEN GELİŞİ GÜZEL KAYITLANMIŞ OLDUĞU KASETLER ÜZERİNDE BİR ETKİ YAPMIŞLARDI.(Buna benzer birkaç deney daha gerçekleştirilmiştir)

Eğer  biz geçmişe etki edebiliyorsak ,aynı biçimde  bugünkü kolektif düşünce ve eylemlerimizle de sürekli olarak gelecekteki fiziksel gerçekliğimizi  biçimlendirmekte ve yaratmakta olduğumuz gerçeğine de varabiliriz.
Ayrıca gelecek olayların gölgelerini geçmişe göndererek ,bir sonraki aşamada başımıza gelecek olayları sezinleyip felaketten kaçınabileceğimizi gösteren bir çok belge de vardır. Örneğin kimi bireyler bir uçağın düşeceğini önceden doğru olarak sezmiş ve bu uçağa binmeyerek ölümden kurtulmuş ,kimi bireyler ise çocuklarının bir sel baskınında boğuldukları görüntüsünü alınca onları tehlike bölgesinden zamanında uzaklaştırabilmişlerdir. Titaniğin ise önceden batacağını on dokuz  kişi önceden sezmiş ve bu olgu belgelenmiş durumdadır.(ki bunlardan bir kısmı deneyimledikleri bu durumu ciddiye almayarak yaşamlarını kaybetmişlerdir.)
Amerika da yirmi sekiz ciddi tren kazası konusunda yapılan bir istatistik çalışmasında da William Cox ,kaza günlerinde ,trene binen insanların diğer haftalarda aynı gün  trene binen insanlara oranla daha az olduğunu saptamıştır.

Durugörü ile ilgili olarak  da ;ressam ve durugörü uzmanı olan İgno Swan ın bir fizikçi,albay statüsünde bir üst düzey pentagon yetkilisi ve birkaç araştırmacı eşliğinde ,Amerikan hükümetinin resmen açıklamadığı fakat gayri resmi olarak sürdürdüğü çalışmayı verebiliriz. Bu yetenek ile daha önceden bilinen çok gizli radar,askeri ve bilimsel çalışma yapılan yerlerin tesbit edilmesinin olumlu sonuçları üzerine ayrı hükümetlere ait birçok gizli belge, doküman, tesisler…vb)bilgiler elde edilmiştir.

Telepati ile ilgili bir örnek de ; sahibini eve girerken ve çıkarken camda sesler çıkararak karşılayan köpeği gösterebiliriz. Öyle ki bu köpeğin bazı zamanlarda sahibi gelmese de aynı  işlevi gerçekleştirdiği görülmüştür. Bunun sebebi ise daha sonra yapılan ciddi araştırma ile sahibinin onlarca km uzaklıktaki kasabaya indiği ve işini bitirip eve dönmeye karar verdiği anda köpeğin eyleme geçtiği şekliyle ortaya çıkmıştır.
Tüm bunlar bize,ister farkında olalım,ister olmayalım beş duyuya göre yarattığımız güçlü sarsılmaz şartlanmalarımıza rağmen metafiziksel olayları deneyimlediğimizi göstermektedir.

Bunlar alışılmadık gibi görünse de ,zamanın bir yanılsama olduğu ve gerçekliğin zihin tarafından yaratılmış bir imgeden başka bir şey olmadığı bir everende bu alışabileceğimiz  bir olasılık olsa gerek.

Kenan Keskin
http://afyuksel.com
02.11.2000

Kaynakça:
Holografik Evren-Michael Talbot
Discovery Channel-Scıence Frontiers
 

 


Üst Ana sayfa e-mail