Enerji Alanları ve Biz
-4-

Bedeni saran sinir sisteminde akmakta olan biyo-elektrik enerji gibi yeryüzünün altından da gezegeni enlemesi ve boylamasına geçen, nedeni şu an için tam olarak bilinmese  bile dünyanın iç dinamiğiyle ilgili olduğu düşünülen, etkisi tamamen kanıtlanmış olan seyyal enerji damarları (elektrik akımları) bulunmaktadır. Bu enerji çizgileri de akupunktur noktalarında olduğu gibi belli bölgelerde kesişerek daha güçlü enerji noktaları oluşturmakta, dolayısıyla bu enerji de düzenli ya da düzensiz davranış biçimlerine göre pozitif ve negatif (kara) radyasyon akımları olarak adlandırılmaktadır. Buna, Çinliler “ejderha”, Keltliler “peri” İngilizler “Ley hatları” adını verirken çeşitli kültürler, varlığını tespit ettikleri bu şeyi farklı isimlerle anmaktadırlar.                                    

Şimdi bunu biraz daha irdelemeye çalışalım: Bir üstte belirttiğimiz üzere, bu enerji hatları birbirlerini kestiği noktalarda çok daha büyük enerji alanları meydana getirmekle birlikte, bu alanlar çeşitli biçimlerde uzaya doğru yayınlanmakta, astrolojik tesirlerle de yayınlar artış göstermektedir. Pozitif akımların yanında negatif olarak adlandırdığımız enerji alanları ise, tıpkı vücudumuzda akmakta olan biyo-enerjinin kesintiye uğrayıp düzensiz bir durumda bulunması gibi, negatif hatlar da enerji akışının çok zayıfladığı, bloke olduğu ve bu yüzden düzensiz davranışlar sergilediği bölgelerdir. Bu düzensizliğin giderilmesinin yolu olarak tıpkı akupunktur iğnelerinin yaptığı gibi bu bölgelere çeşitli kazıklar, yuvarlak ya da dikili taşlar yerleştirilerek enerji akışı tekrar sağlanmakta yani pozitif hale dönüştürülmekte ve sonucunda da bu enerjinin toprak üstüne, uzaya daha rahat yayınlanması sağlanmaktadır. Keza, geçmişte ilkel olarak düşündüğümüz atalarımızın şamanlar, kâhinler, dinsel önderler...vb tarafından tespit edilen bu yerlere çeşitli taş yapıların, bloklarının yerleştirilmesi de tesadüfi değildir. Aynı şekilde tapınakların, yaşam yerlerinin pozitif bölgelere inşa edildiği de artık bilinmektedir.

Doğada gördükleri nesnelerin ruhları ya da öte âlem ve varlıklarıyla ilişki kurdukları bu sayede de çeşitli mesajlarla bazı olağanüstü haller gösterdikleri söylenen şamanların, kâhinlerin, dinsel rehberlerin... tespit ettikleri bu bölgelerde çeşitli yan faktörlerle birlikte transa girip ayin yapmalarının nedeni,  söz konusu pozitif enerji alanlarının beynin açılımı doğrultusunda (istikametinde) faaliyetlerini artırmasının, bu boyutlara geçişi sağlayan faktör olmasıdır.

Bazı kişiler, bu enerji düğüm noktaları üzerine konulan taşlara, taş yapılara dokunduklarında baş dönmesinin meydana geldiğini, hatta bazı radyetesistlerin ya da hassas kişilerin belli zaman aralıklarında bu taş yapılara girdiklerinde, değişen manyetik alanlar dolayısıyla çeşitli duygusal yanılgılar, halisünasyonlar, garip sesler, titreme, ürperti, heyecan...vb fiziksel şeyler hissettikleri de tespit edilmiştir. Radyetesistler ley hatlarının, yer altı suyunun, gömülmüş metallerin ya da madenlerin  sebep olduğu lokal  (E-M) alanları ellerindeki çatal şekilli uzun çubuklarla tespit eden hassas kişilerdir. Bunu algılamalarının sistemini şöyle açıklayabiliriz: Nasıl ki bedenden çeşitli frekanslarda (E-M) dalgalar yayımlanıyorsa aynı şekilde vücut bir anten gibi çeşitli dalgaları absorbe ederek sinir sistemi vasıtasıyla bu enerjinin beyne ulaşmasını sağlamaktadır. Bununla birlikte statik (durgun) Elektrik ve Manyetik alan değişimleri de bedende aynı etkileri meydana getirmektedir. Bu nedenle, ister statik isterse hareketli (E-M) alan değişimleri bu kişilerin kollarındaki sinir sistemlerinde (dolayısıyla beyninde) mevcut olan  biyo-elektrik hareketliliğini etkileyerek kollarının ileri-geri, aşağı-yukarı doğru sarsılmasını, sallanmasını meydana getirmekte, sonuçta  o şeyin algılanmasını sağlamaktadır. Öyle ki, Fransız Fizikçi  Prof. Rochard tarafından yapılan laboratuar deneylerinde radyetesistlerin birkaç saniyede 1 gaussun 20-30 binde birlik değişimi algılayabildikleri ispatlanmıştır. Aynı şekilde, yine beyinleri hassas olan kişiler tarafından hasta vücuduna dokunulmaksızın bedendeki biyo-elektrik hareketleri eller vasıtasıyla algılanarak o kişinin sahip olduğu hastalıklar tespit edilebilmekte daha önce de belirttiğimiz gibi, şifacı tarafından uygulanan (E-M) alanlar vasıtasıyla da hastanın organ üzerindeki düzensiz elektrik faaliyetleri düzeltilebilmekte, dolayısıyla hastalık ortadan kaldırılabilmektedir.

Vücudun enerjiyi absorbe edip beyinde değerlendirdikten sonra tekrar dışa yayın yapma özelliğini çok üst düzeyde kullanan Hz. İsa (a.s) da Lazar’ı diriltme esnasında bedenini bir anten gibi kullanmak için bir kolunu göğe doğru, diğer kolunu da gergin bir vaziyette Lazar’a doğru uzatmıştı. Çünkü bu şekilde evrenin her yerinde mevcut olan anlam yüklü sonsuz enerji dalgalarından (Radyal Enerjiden) ilgili olanları yukarıda tuttuğu kol vasıtasıyla alarak bunu beyinde düzenledikten sonra diğer eliyle bu enerjiyi Lazar’a odaklamış, böylece onun üç boyutlu hologramik enerji yapısını bir hamur gibi yeniden yapılandırarak onu tekrar canlandırmış, diriltmiştir. Benzer biçimde Hz Muhammed (sav) de beddua ederken avuç işleri yere bakacak şekilde tutarak yerden aldığı enerjiyi aynı sistem ve beyin vasıtasıyla ilgili olayları meydana getirecek şekilde yayınlamıştır (odaklamıştır).  

Tekrar konumuza dönersek; bununla ilgili bir başka deneyde de radyetesi uzmanı Bill Louis, Londra Emperial Kolejden Dr. Eduardo Balonovski ve ünlü bilim adamı Fizik ve Matematik Profesörü John Taylor’la birlikte güney Galler’de bir nehir kenarında bulunan 4 metrelik  tarih öncesi bir taşı incelediklerinde Bill, bu taştan zamanla değişen bir manyetik alanın varlığını hissetmeye başlar. Bill’ in akabinde Taylor ve Balanovski, bu taşı Gauss-metre (manyetik ölçerle) ölçtüklerinde bu alanın İngiltere’ ye ait olan 0,47 gaussluk değerinin üzerinde olduğunu, ayrıca bu enerjinin spiral biçimde uzaya doğru yayıldığını tespit etmişlerdir. Ley hatları üzerine konulan taşların tesadüfi olarak belli hizalarda ve mesafelerde konumlandırıldığını düşünen bazı matematikçiler de iddialarını bilgisayar yardımıyla kanıtlamak için yaptıkları araştırmaların sonuçları karşısında büsbütün şok geçirmişlerdi. Çünkü, matematiksel olarak da bu taşların tesadüfi yerleştirilemeyeceği net olarak görülmüştü. Aynı şekilde 1900’ lü yılların başında Greenwich Rasathanesi müdürü Sir Norman Lockyer ile 30’lu yıllarda Oxford Üniversitesi Mühendislik Bölümünden Prof. Alexandre Thom da çok geniş çaplı araştırmalarda bu taşların ley hatları boyunca tesadüfi olarak yerleştirilmediğini kanıtlamışlardır. 80’ li yılların başında Arkeoloji Enstitüsünde araştırmacı olan inorganik kimyacı Dr. Don Robbins de taşlardan kurulu dairesel yapıların çeşitli (E-M) enerji yayımladıklarını bilimsel olarak tespit etmiştir. Dr. Robinson’ un keşfettiği, sadece bununla sınırlı değildi. Bunun yanında bu taşlardan gece ve gündüzün eşit olduğu Mart ve Eylül gün dönümlerinde çok daha yüksek frekanslı dalga yayınımı olduğunu, topraktaki radyoaktivite oranının daire dışında olana oranla çok çok düşük bulunduğunu ve bu taş yapıdaki enerjinin uzaydan gelerek dünyaya kadar inen kozmik ışınları (1) durdurup koruyucu bir kalkan gibi hep bu dairenin dışında tuttuğunu da belirlemiştir.

Devam edecek...

(1) Her ne kadar kozmik ışınlar, yerin manyetik alanı ile atmosferdeki molekül ve atomlar tarafından durdurulmuş olsalar da yine de çok küçük bir bölümü yer yüzüne kadar inmektedir.

Devam edecek...

 

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 11.05.2004
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail