Michael Talbot ile röportaj -1-


Değerli okurlarımız,  holografik evrenle ilgili çok değerli yazılar yayınlandı.   Aşağıda ki videolar ve tercümeleri ile  size  dünyada büyük yankı yapan ‘’Holografik Evren’’ isimli kitabın yazarı Michael Talbot la Mayıs 1992 de ki ölümünden altı ay önce yapılan bir tv röportajını aktarmaya çalıştık.  Holografik evrenle ilgili düşüncelerini bizzat yazardan dinlemenin ilginç olabileceğini düşündük. 

Bilindiği gibi Michael Talbot (Eylül 29, 1953-Mayıs 27,1992) bilim kurgu romanları ile yazarlığa başlamış, daha sonra Bohm ve Pribram’ın çalışmalarından etkilenerek eski çağlardaki mistisizmle kuantum mekaniğini  bağdaştırmıştır.  36 yaşında lösemiden ölmüş ve genç yaşına rağmen çalışmaları   büyük izler bırakmıştır.  

Video tercüme

-Hoşgeldiniz, ben Jeffrey Mishlove

Bugün gerçeğin (realitenin) holografik modelini ile  kendimizdeki, bedenlerimizdeki ve çevremizdeki dünyadaki etkilerini  keşfedeceğiz.

Bugün  pek çok eser yayınlamış olan Michael Talbot benimle birlikte. Eserlerinden bazıları Mistisizm ve Yeni Fizik, Beyond the quantum, holografik Evren dir.  Ayrıca dört tane de roman yazmıştır.

Hoş geldin Michael, seninle birlikte olmak benim için büyük bir zevk.

Michael Talbot-  Teşekkürler Jeffrey

Jeffrey- Holografik evrende işaret ettiğiniz şeylerden biriside bunun bir model olduğu ve bir müddettir bunun gündemde olduğu ve şimdilerde hem bizim kişisel tecrübelerimizi hem de bilimsel konuları izah etmekte artık gücünü göstermeye başladığını görüyoruz. 

Bize bu modelin nasıl geliştiğini anlatabilirmisin?

Michael Talbot- Tabii.  Bu model birbirinden bağımsız ve ayrı olarak çalışan iki kişi tarafından geliştirildi. Birisi Londra Üniversitesi fizikçilerinden ve Einstein’ın takipçisi olan David Bohm  diğeride Stanford üniversitesinden nörofizyolojist Karl Pribram. 

Pribram hafıza ile ilgili çalışmalar yaparken beynin holografik olarak çalıştığını tesbit etti.  Bohm ise atomaltı parçacıklar üzerinde çalışmalar yaparken  atomaltı seviyede gerçekliğin/realitenin  hologramı anımsatan özelliklere sahip olduğunu buldu

Jeffey-  Holografik derken gerçekte neyi kastediyorsunuz?

Michael Talbot-  Örneğin, bir ceviz kabuğunun içindeki gerçeklik belki de plastik gibi olur ve görüntüsüde daha  değişik olabilir. Bu görüntünün bizim taşları, sopaları ile sabit olan dünyamızla hiç ilgisi yoktur. 

Hologramın olağanüstü özelliği olduğunu gösteren bazı işaretler var.

Elinize bir parça fotoğraf filmi alın ve bunun içine de holografik bir görüntü kodlanmış olsun. Bu şekilde, yani  çıplak gözle görüntüyü göremezsiniz,  onu görebilmek için mutlaka içinden bir lazer ışığı geçirerek aydınlatmanız ve onu yeniden yapılandırmanız gerekli.

Örneğin, elinizdeki bir gül görüntüsüne  doğrudan bir lazer ışığı vererek  aydınlatırsanız  öbür tarafta gülün 3 boyutlu bir görüntüsünü elde edersiniz.  Şayet, bu filmi  ikiye böler ve gene her parçayı lazer ışığı ile aydınlatırsanız  bu defa  her parçadan bütün bir gül ortaya çıkar. 

İşte bu kafaları karıştıran çok olağanüstü bir özelliktir.

Eğer, filmi 4 eşit parça halinde keserseniz, 4 bütün gül imajı elde ederseniz.  8 parçaya bölerseniz 8 tane gül ortaya çıkar.

İşte, evrende bir hologramdır   ve William Blake’in söylediğine göre  ‘’Bir kum tanesinde tüm evreni bulursunuz’’.

Evrenin her parçası tüm evrenden örneklere sahiptir.

Jeffrey-  Bu gerçekten çok derin  ve kafa karıştırıcı.  Bir de kitabınızda  dip not olarak bahsettiğiniz bir noktaya değinmek istiyorum.  Biraz evvel bahsettiğimiz bu prensip lazer ışığını gerektirmeyen pek çok holografik görüntüye uygulanamıyor (dükkanlarda satılan resimler, kolyeler gibi).

Michael Talbot-Evet, haklısınız.  Şayet, kredi kartınızdaki hologramı keserseniz, sadece kartınıza zarar vermiş olursunuz.   Bu prensip sadece çıplak gözle göremediğiniz görüntülere uygulanabilir ve lazer ışığı yardımıyla onları yeniden ortaya çıkarırsınız.

Jeffrey:   Şayet, holografik bir filme bakarsanız  sadece havuz suyunun yüzeyindeki dairesel dalgalar gibi görüntüler görürsünüz.  Ne zaman ki  lazer ışığını bu filmin içinden geçirirsiniz işte asıl görüntü ortaya çıkar.

Michael Talbot -  Evet, doğru.   Şayet, deşifre edebilme imkanı yoksa  filmbakınca   gerçekten havuzun üzerindeki dairesel dalgalar  gibi görünür.  Örneğin, havuza çakıl taşları atarsanız gene yuvarlak halkalar meydana gelir.

Jeffrey- Buna ‘’girişim modeli’’ mi deniyor? 

Michael Talbot- Evet, Aynen havuza iki çakıl taşı attığınız zaman oluşturdukları halkalar nasıl birbirlerinin içinden geçip çaprazlar  yapıyorsa holografik film de de aynı şey oluyor.  Yani,  bir holografik  filmin içinden fotoğraf filmine kaydetmek  amacıyla lazer ışığı geçirilince de aynı şey oluyor.

Jeffrey- O halde, hologramda üç boyutlu bir görüntü ortaya çıkıyor  ve siz uzanıp ona dokunabiliyorsunuz,   diğer konu  ise bir girişim modelinin varlığı.

Michael Talbot- Evet, hologram daki gerçeklik iki şekilde açığa çıkar:

a) somut bir görüntü olarak

b) çok bulanık bir enerji olarak

Bununla ilgili olarak şöyle bir analoji yapabiliriz.  Tv de Johnny Carson show’u izlerkende aynı şey oluyor. Görüntüsü iki şekilde kodlanmış oluyor. Johnny Carson’u hem televizyon cihazının ekranında görüyorsunuz hemde Johhny Carson’un görüntüsü odanın içine sızan, geçen bulanık radyo dalgalarına kodlanmış oluyor.

İşte, bunun gibi evrende bir şekilde bir hologram ise bu, gerçekliğin/realitenin iki kesin seviyesi olduğuna işaret ediyor olabilir.

1.  Somut gerçeklik, yani etrafımızdaki sandalyeler, ağaçlar, bulutlar vs. gerçekliğin kendini açığa çıkarmasının bir şekli.

2.  Ama daha derin bir seviyede her şey bir enerji okyanusunda eriyip gidiyor. 

Sonuç olarak her şey holografik olarak birbirine bağlı ve evrenin her bir parçası en küçücük bir parçacıkta dahi var. 

Jeffrey-  Yani, biz günlük yaşantımızda kendimizi herkesten ayrı görüyoruz , aynen bir fincan kahveye bakınca  fincanı ve kahveyi iki ayrı şey olarak düşündüğümüz gibi.

Bu nosyonlar  daha derin bir seviyede çok yapay  veya çelişkilimi?

Michael Talbot-  Evet, gerçekten çok yapay ve zaten Bohm da bu noktayı vurguluyor.  Çünkü, batı düşüncesinde biz her şeyin ayrı olduğu düşüncesine  o kadar  bağlanmışız ki bir elma veya elektron v.s gibi bir şey söz konusu olduğunda onun bizim dışımızda bir yerde var olduğunu düşünürüz.  Aynen, suda yüzen, ama içinde yüzdükleri  sudan bihaber balıklar gibi.

Gerçeği anlatmak   için kullandığımız kavramlara dayalı sıralamalar, kelimeler bizim beynimizin duyularla algılanan bölümü.  Halbuki, bahsettiğimiz şeyler dışarıda bir yerlerde değiller.  Çoğu zaman bu felsefi bir arguman oluyor ve kuantum fiziğe indiğinizde her şey değişiyor. İşte, Bohm da holografik fikirle bu yüzden ortaya çıktı.  Artık bu düşüncenin ciddi etkileri olmaya başladı. Bu konu ile ilgili yapılan keşiflerden bir tanesi de atomaltı parçacıklarla ilgili.  Örneğin, elektron gibi iki atomaltı parçacığı ele alırsanız belli anlarda bunlardan birine bir şey yaptığınız zaman aradaki uzaklık ne olursa olsun diğeri de etkilenecektir. 

Bu, aynen tek yumurta ikizleri ile ilgili olarak duyduğumuz hikayelere benzer. İkizlerden biri yaralanıp acı çektiği zaman diğeri de aynı ağrıyı  hissediyor.  

Esas sorun ise gerek fizik, gerekse kuantum fiziğinde bunun nasıl olduğunu anlamak. Yani, sinyallerin nasıl gidip geldiğini açıklayan hiçbir proses  yok.

Aslında bunun hemen anında oluşan bir sinyal olması gerekli.  Ayrıca, Einstein’ın relativite teoriside anında sinyaller alınmasının mümkün olduğunu, çünki zaman değişkenini ihlal edebileceğimiz söylüyor. Sonuçta bunu uygulayarak  büyük annenizi arayıp büyük babanızla evlenmemesini söyleyebilirsiniz!  Pek çok fizikçide buna katılıyor.  Ancak, böyle bir şey sorun yaratacak ve gerçekliğin/ realitenin düzenine, mantığına müdahale etmek olacaktır. 

Bohm bunu daha başka bir şekilde açıklıyor ve akvaryumda yüzen bir balıkla yapılan deneyi  örnek olarak veriyor.    

Söz konusu deneyde akvaryumun her iki yüzüne birer kamera yerleştiriliyor. Ayrıca,  balığın hareketlerini yakalayabilmek için bir monitör  ve iki adet ekran var.   Ekranlardan birisi balığın yandan görünüşünü diğeri de önden görüntüsünü yansıtacak şekilde yerleştiriliyor.  

Gözlemcilerinde yetiştikleri kültür dolayısıyla hiç balık veya akvaryum görmemiş olduklarını düşünürsek algılama şöyle olur.

Tabii, ilk bakışta akvaryumun derinliğindeki gerçeğin ne olduğunu  bilmediğiniz zaman  iki ayrı ekranda birbirine sinyal veren iki ayrı balık görürsünüz.  Çünkü, balık ne zaman hareket etse diğer ekrandaki görüntüsüde aynı hareketi yapacaktır.  Sizde bu iki ayrı balığın (!)  anında  birbirleri ile iletişim kurduğunu düşüneceksiniz.

İşte, Bohm da  atomaltı parçacıkları ile ilgili olarak bizimde benzer varsayımlarda bulunduğumuzu ve onların arasında anında bir iletişim olduğunu düşündüğümüzü söylüyor.    Halbuki, işin aslı böyle değil. 

Gerçekliğin daha derin seviyelerinde, holografik düzeyde, evrendeki her parçacık kozmik  teklik içine çöker, ve birbirlerine sinyal vermezler.

Bu, aynen akvaryumda ileri geri hareket eden balık deneyine benzer.

Bohm’un anlatmak istediği elektronlar arasında bir ayrılık olmadığı. hatta insanların arasında da bir ayrılığın  olmadığı konusudur.

Tabii, bunun çok çarpıcı  sonuçları var. Bunlardan birisi de bizim psişik fenomenleri ‘’Senin beyninden benimkine nasıl bilgi aktarabilirim’’ şeklinde algılamamızdır.  Sanki ikimiz arasında gidip gelen bir sinyal varmış gibi algılamamızdır. 

Ama, eğer, biz holografik olarak düzenlenmiş bir evrende yaşıyorsak  kimsenin böyle bir yaklaşım yapmasına gerek yoktur.

Nedeni ise evrenin tümünün, beynimdeki her bir nöronun, her bir hücrenin her atomun, her elektronun içinde bulunmasıdır.  Şayet, biz bu seviyeye ulaşabilirsek o zaman duyusal araçlarımızla ulaşabileceğimizin çok ötesinde ki bilgilere ulaşabiliriz.

Jeffrey- Ben psişik fenomenlerle çok ilgiliyim ve sizinde bu konuda pek çok kişisel deneyim yaşadığınızı biliyorum.  Değinmek istediğim nokta ise holografik modelin psişik fenomenleri açıklamak için geliştirilmediğidir.  Ayrıca, psişik fenomenleri izah etmek için kullanılabileceği ise çok utanç verici. 

Bence, Karl Pribram gibi nörofizyologlar holografik modeli hafıza ile ilgili bulgulara ulaşabilmek için geliştirmişlerdir.  İsterseniz bu konuda konuşalım.

Michael Talbot-  Tabii.  Pribram çok meşhur bir nörofizyolog olan Carl Lashley’nin altında çalışıyordu.  O dönemlerde hafızanın beynin belirli bir noktasında depolandığına inanılırdı.  Bu noktaya ‘büyük anne hücresi’  deniyordu.  Gerçekten beyinde böyle bir hücre vardı ve burada büyük annenizle ilgili anıların toplandığı düşünülürdü.

Bilim adamları  işte bu hafıza noktasını tam olarak belirleyebilmek için  fareler üzerinde deneyler yapmaya başladılar.

Farelere, labirentte yürümeyi öğrettiler, daha sonra da beyinlerinin değişik bölgelerini ameliyatla çıkarttılar.   Beyinlerinin belirli bölümleri alınmış olan farelerin labirenti tamamlayamayacağını  düşünüyorlardı.  Böylece, farenin beyninin hangi bölgesinde hafızasının kodlanmış olacağını bulacaklardı.

Farenin beynin den her defasında bir parça alındığında fare gene de labirenti tamamlıyabiliyordu.   Bu ameliyatlar kasları etkiliyordu, ama labirent ile ilgili hafızada hiç değişiklik olmuyordu ve doktorlar hiçbir şekilde labirentle ilgili bilgilerin  kodlandığı bölgeyi bulup çıkartamıyorlardı.

Aslında cerrahların bu konuda bazı bilgileri vardı.. Çünkü, başından yaralanan hastalar alfabenin yarısını veya ailelerinin yarısını veya okudukları romanın yarısını unutmuyorlardı.

Onlarda genel bir hafıza hasarı oluşuyordu veyahut hafızanın tamamında bir bulanıklık oluyordu.  

Anılar beynimizde  kitapların rafta durduğu gibi depolanmaz.

Sonuç olarak altmışlı yıllarda Pribram holografik modelle karşılaştı. Bu modele göre ‘’Bütün her bir parçada mevcuttu.’’  İşte o zaman Pribram ‘’Tamam, işte beyinde de aynı şey olabilir’’ dedi.

Spesifik olarak hologram girişim modellerinden meydana gelir.

Daha önceden lazer ışını kullanarak bir hologramın nasıl yapılacağına dair örnek vermiştik.  Ama, bir hologram sadece lazer ışını değil her çeşit enerjinin meydana getirdiği girişim modelleri ile de oluşabilir.  Bunlar, manyetik enerji, elektrik enerjisi, hatta X ışınları bile olabilir.

Pribram, beyindeki synapsların sürekli elektrik ımpulslar verdiğini söyler.  Bunlar sanki beynimizdeki elektromanyetik havuza atılan küçük çakıl taşları gibidir ve düzenli olarak birbirlerinin içinden çaprazlama geçen yuvarlak dalgalar meydana  getirirler. İşte, Pribram a göre beynin hologramı böyle oluşur ve   biz de böyle düşünür ve hatırlarız.

JEFFREY-  Bu başka bir şekilde de uygulanabilir. Çünkü, hologram görüntüyü ikiye, dörde veya ona bölersek her bölünmeden ve ebadının küçültülmesinden sonra görüntü daha donuk ve belirsiz olur bütünün orada mevcut olmasına rağmen.

Michael Talbot- Evet, aynen beynin değişik bölgeleri çıkartıldığında hafızanın daha  bulanıklaşması gibi.

Jeffrey- Pribram aynı zamanda bu prensibin görsel enformasyonun işlenmesinde de aynı olduğunu fark etti.

Michael Talbot- Evet, bu çok ilginçtir.  Kendisi bir keşif yapmadı, ama diğer araştırmacıların araştırma sonuçlarını kullandı.   Bildiğiniz gibi tabiat ana  her türlü matematiksel lisanı kullanır.  Biz, herhangi bir fizik fenomenini anlamaya çalıştığımız zaman genellikle matematiksel bir destek buluruz.

Tabii, çok rahat kullanılamayan matematik dilleri de vardır.   Görünen o ki hologramı yapmakta kullanılan matematik dili  Fourrier ismimli bir Fransız tarafında geliştirilmiş bir matematik sistemidir.  Buna  ‘’Fourier Transform’’ ları/ Fourier dönüşümleri deniyor.   Beynimiz de görülenleri  bilgiye tercüme etmek için Fourrier dönüşümlerini  kullanıyor.   Bu çok ilginç bir durum, sanki bir eskimonun İspanyolca konuşması gibi.

Beynin bir hologram olduğu henüz ispat edilmedi, ama bütün bunlar onun bir hologram olduğuna işaret ediyor.

Hatta, öyleki bütün duyularımız  Fourrier dönüşümlerine  güveniyor (!) ve aynı matematiği kullanıyorlar.

Beyin de hologram yapmakta rol alan duyusal mesajları deşifre edebilmek için aynı matematiği kullanıyor.   Söylenen bu, ancak daha henüz ispat edilmiş değil, ama  böyle bir şeyler olduğuna dair çok zorlayıcı deliller var.

JEFFREY-Galiba işaret etmek istediğiniz şuur konusuna  yeni bir bakış şekli.

Michael Talbot- Evet, aynen öyle.  İlginç olan şu ki ben Pribram’dan birazcık daha farklıyım.  Çünkü, Pribram daha öncede belirttiğim gibi beyindeki elektriksel girişim modellerinin beyin hologramını meydana getirdiğini söylüyor. 

Ben ise biraz daha mistik düşünüyorum.  Çünkü, gençken bir beden dışı deneyim yaşadım.  Bedenimden ayrıldığım zaman bu daha da belirginleşti. Ben düşünmeye devam ediyordum, ama beynim bedenimin içinde idi ve bedenimi de yatakta uzanmış bir halde görebiliyordum.  Bunun sadece bir rüya olmadığını da biliyordum, çünkü ailemin evinin dışına doğru yüzer gibi çıktığımda  toprağın üzerinde bir kitap gördüm.  Bu kitap Fransız kısa hikayeler yazarı Guy deMaupassant tarafından yazılmıştı.

Ve ertesi gün komşumuz bana ‘’Michael, biliyormusun  kütüphaneden  aldığım Guy de Maupassant kitabını kaybettim’’ dedi.

Bunu duyunca kendi kendime şöyle dedim ‘’Evet bende dün akşam tam onun üzerinde yüzüyordum!’’.

Kitap oradaydı ve bilimsel olarak benimde ilk defa manevi inançlarımla   yani bedenimiz öldükten sonra bizim yaşamaya devam edebileceğimiz konusu ile karşı karşıya geldiğim bir andı.   Yani, bildiğiniz gibi bedensel ölüm  gerçekleşiyor ve daha derinde bilimsel olarak  anladımki  düşünme işlemini beyin yapmıyor….

Devam edecek

İstanbul - 10.09.2008
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail