Ramazan bayramın hemen ertesinde, İstanbul'u karların ve soğukların kasıp kavurduğu, yağmurun bardaktan boşalırcasına yağdığı, insanların içlerine büzüştüğü, sokakları bir an önce terk edip evlerine çekilmek için hızlandığı bir zamanda, sokaklarda, üç tekerlekli arabasıyla "eskici, eskiler alıyorum!" diye bağıran Cengiz telefonla beni aradığında Moda tara­fında bir köşkte çok sayıda kitap olduğunu söyledi­ğinde, gidip gitmeme konusunda bir süre duraksadım. O da her zaman olduğu gibi,  -aslında onun kış­kırtmasına hiç de gerek yok. Kitap denilince akan su­lar durur.- kışkırtan bir ifadeyle: "Bir köşk evinde bi­nin üzerinde kitap var. Kitapçılar kitaplara üşüştüler, ben engel oluyorum gel bak" dediğinde... Kitap bu, kitabın kendisi heyecan veriyor. Eski köşkün Moda'da olduğunu söylemesi bile yetiyor, işte o zaman gitmemek... Bu, kendiliğinden insanda çalışmalı bir coşku uyandırıyor. Birazdan gelirim, dediğimde za­manı hızlandırıyor. Elindeki işi bir yana bırakıp git­me isteğim baskınlaşıyor. Kabanıma, eldivenlerime ve bereme bürünerek, verilen adrese gidiyorum.

Kapının önüne atılarak konmuş, istiflenmiş, eski gazeteler, dergiler, broşürler bu evde bir şeyin varlığını belirtiyor. Binanın kendisine bakmadan içeri da­lıyorum. Evin içi bir talan yeri gibi.

İçeriden girilince, üç katlı eski bir bina. İlk kattaki odaların tabanı ve merdivenleri ahşap, yukarı çı­karken tahtalar gıcırdıyor. Ortalığa dağılan ve savru­lan eşya evin arka planını haber veriyor, sahibinin kişiliği biraz olsun seziliyor.

Bir ömür verilerek düzenlenen bu ev ve eşyasının savruluşu, çile çeken, duyarlı olan her insanı ister istemez etkiliyor Hele. bir kitap severin olaya bakışı çok daha farklı oluyor. Alabilirseniz kitapları alacaksınız, alamazsanız bir başka hüzün beliriyor. Bu işin bir yani,   bir diğeri de   kendi kitaplarınızın sonunun böyle olacağı şüphesine kapılıyorsunuz.

Bir kitap severin, kitap tutkununun karşılaştığı bu manzara, ken­di kitaplarını da gündeme getiriyor. Kitaplığının geleceğinin telaş ve paniğini yaşıyor. Bunu aklıma bile getirmek istemiyorum.

Sehpalar, masalar, koltuklar, vitrinler, abajurlar, etajerler... Özenle düzülmüş bir evin nadide eşyası.
İlk kattan itibaren, oraya buraya serpilmiş; duvar diplerine istiflenmiş kitaplar, parçalanmış ciltler, yır­tılmış kâğıtlar, dosyalar ve bir sürü evrak ayaklar al­tında. Bu ilk görüntü bile insanın içinin cızlamasına neden oluyor.
Orta katta, eşyalarla ilgilenen kişinin, içeride ne var ne yok nasıl paraya dönüştürürüm bakışıyla yüz-leşiyörsünüz. Kitaplar bir yana istiflenmiş, şöyle bir kaba bakışla İngilizce ağırlıklı, felsefe, sosyolji, psi­koloji ve eğitim bilimine ait kaynak kitaplar. Sahafla­rın deyimiyle, konusuyla ilgili "baba kitaplar". Hava soğuk, zaman dar, ancak kitaplara şöyle bir göz attık­tan sonra, bir üst katta, dolaplarda görünenler... Fiyat­ta anlaşıyoruz, eskici Cengiz ve kardeşi kitapları ara­balarına yükleyerek iki parti halinde getiriyorlar.

Kitaplar iş yerime döküldükten sonra, kitapların sahibi öncelikle merak konusu oluyor benim için. Kitapların kendisi, sahibinin ne ve kim, nasıl biri ol­duğunu ilk anda gösteriyor. Kitaplara bak sahibini tanı ve anla.

Hemen her kitabın iç kapağında Rahmi Kolçak imzası ve tarih. Bibliyoman olanlar bu şahsın kim ol­duğunu çıkarabilirler. Bu kitapsevere bibliyoman de­mek de yanlış. Çünkü, elimizin altındakilere göre,

Ciddi bir okurla yüzleşiyoruz. Kitap sever  biri belleğini zorlayınca bir yerlere doğru uzanabiliyor. Rah­mi Kolçak, yazar, eğitimci, felsefeci, kitap tutkunu  ve bir öğretmen. Bir ömrün düşünceye adanışı. Kitap İle kadın İlİşkitisi; geçmiş zamanda da simdi de, Arapçadaki kurala göre "istisnalar kaideyi boz " fehvasınca, İster istemez bir arada düşünülebiliyor. Kitap tutkunu tutkunu biri va hiç evlenmemiştir ya da evlenmişse  eşi kendisini terk etmiştir Terk etmese de. eşiyle sevgi bağları kopuyor. Kitapla evlilik yapanla­rın; daldıkları dünyada, başka dünyayla olan bağları kesiliyor. Sevgileri yönünü değiştiriyor. Hatta öylesi­ne ileri gidiliyor ki, eşler, geçmiş dönemin koşulları göz önünde bulundurulursa, yuva yıkmanın, yuvasız kalmanın, koca gölgesinden mahrum olmanın ne de­mek olduğunu bilenler göz göre göre evlerini yıkıyor­lar, terk edebiliyorlar. Hani haksız da değiller.

İster istemez akla ilk gelen şey, bu kitaplar eşle­rin ayrılığından, yuva yıkılmasından, kitap sever ba­banın, eşin veya kardeşin ölümünden sonra mı sav­rulup gidiyorlar. Her türlü olasılığı akla getirmek ge­rekiyor. Başka bir yolu yok bunun.

İşyerimin bir üst bölümü harman yeri gibi. Kitap­lar oraya buraya dağılmış, kolilerde, çuvallarda. Ara­bacılar kitabın kıymetini ne bilsin, parasını alacak, yolunu tutacak. Sabırsızlıkla, kitapları, kucak dolusu getirip oraya buraya savuruyor. Yapmayın etmeyin yakarmaların bir yararı olmuyor. Bu günlük bir iş ya­kalamış; nasılsa eve bir ekmek götürmüş olacak, şimdi ise bir başka işte koşması gerekiyor.

İlk parti bırakıldıktan sonra, onları bir yandan tasnife, bir yandan ayıklamaya, bir yandan da kitap­ların kime ait olduğuna ve türüne bakıyorum. Arada bir çıkan şah kitaplar heyecanımı arttırıyor. İlk kez karşılaştığım bir çok kitap buluyorum önümde. Türkçe kitapların sayısı az. Osmanlıca sözlükler, okul kitapları, birkaç felsefî kitap. Defterler, cep ajandaları, kitapseverin, kitapların sahibinin özel defterleri, kimlik belgeleri.

Rahmi Kolçak'ın kişiliği kitapların arasından be­liriyor. Çok iyi bir okur ve iyi dil bilen bilir biri. Ya­zar, ama yazar sözlüklerinde adına rastlanamıyor. Eğitim ile ilgili yazdığından mıdır gözden ıraklığı? Çok önemsenmediğinden midir, kimbilir? Sıradan bir yaşamın izleri arasında yitip gitmiş birisi mi?

Rahmi ve Aniye Kolçak; karı koca mı, kardeş mi, yoksa baba kız mı? Terekelerinden ortaya dökülen kitaplarıyla karşılaşınca, ister istemez bu soru aklıma geliyor. Kitapların büyük çoğunluğunda Rahmi Kol­çak, kalanlarında ise Aniye kolçak imzası. Bunun için hu iki insanın birbiriyle olan ilişkisi nedir, önce bunu çözmeliyim. Eski tarihli, uzun bir süredir karıştırılmamış   ve kullanılmamış kitaplarda bir bayanın imzasının  bulunması daha çok dikkatimi çekiyor. Raflardan ve dolaplardan yeni çıkarılan kitaplar, simsiyah toz içinde kalmış. El attıkça, tozlar elime yapışıyor, burun deliklerime doluşuyor ve hapşırtıyor. Burada öncelik kazanan; kitapların, apar topar satılışı, ikincisi ise  uzun bir süredir el değmemiş bu kitapların öksüz kalmış olması.. Kitapları kurcaladıkça, tipler belirginleşiyor; buna göre, Aniye Hanım birçok ili dolaşmış, İzmir, Merzifon, en son Kadıköy Kız lisesinde 1969 yılına kadar öğretmenlik yapmış, son yılları belirsiz. Aslında belirsiz değil de, olayın akışı içinde anlatacağız olanı biteni. Ve Aniye hanım'm kimlik belgesi. Bu isimle de ilk kez karşılayorum. Aniye ne anlama geliyor, başvuracağımız ilk kaynak Develioğlu sözlüğü. Aniye olarak değil Anye sözcüğü var, Meşakkat ve '-zorluk anlamında. Bu adı kendisine yakıştırabiliriz. Kitaptan yana az meşakkat çekmediği belli oluyor. Aniye Hanım'in da kitapla yeterince ilgili olduğunu anlıyoruz. O da eği­timci, İngilize öğretmeni. İzmir'de ve Kadıköy Kız Lisesine uzun yıllar öğretmenlik yapmış. Okulun müdürlüğünü Alaeddin Kısakürek'ın yaptığı yıllar. Memur kimlik belgesinde en son tarih 1968 görünü­yor. Kimlikteki fotoğrafta, kısa saçlı, güzel bir ha­nım. Saçlarını o dönemde neden bu kadar kısa kestir­di, moda mıydı? Çalışma hayatından dolayı saçları­na zaman ayırmayacak kadar mı yoğundu? Sonraki yıllardaki fotoğraflarında saçları daha uzun ve yaş­lanmış. Öğrencileri yanında, ciddî ve çekingen duru­yorlar, o daha güleç yüzlü. Gençlik fotoğraflarında daha ciddî görünümlü. Aniye Hanım Rahmi Bey'in kardeşiymiş, Yıllar boyunca yalnız başına yaşamış. Şu anda terekesini satmakla meşgul olan bey, yıllar­ca onun ve evinin bakımını üstlenmiş. Şu anki rolü öyle görünüyor, merakım beni rahat bırakmıyor. Cengiz onun hakkında ayrıntılı bilgi veriyor; öyle tatlı dilli konuştuğuna bakma. Bu mülkü üzerine ge­çirmek için bir takım evrak düzenlemiş. Aniye Ha­nım öldükten sonra varisleri ortaya çıkmış, eve palas pandıras sahip çıkmışlar. Aniye Hanım'la ilgilenen, sonuçta mahzun, sadece elindekileri satmakla meş­gul. Belli ki arzusu gerçeklememiş. Adam, zarar et­tim deyip yakınıyor. Tereke arasında edebiyat dergi­leri var; Eflâtun, 1991, 268. sayının kapağında bir başsağlığı. "Sanat Haberleri ve Olaylar" yazısının bir bölümünün altı çizilmiş.

"-Kadıköy Aziz Berker Halk Kütüphanesi'nin sevimli, çalışkan müdiresi Fikriye Önkılıç'ın uzun süredir sarılıktan yatmakta olan annesini kaybettiğini üzülerek öğrendik. Önkılıç ailesinin acılarını paylaşır, sabırlar dileriz. Tanrı'nın Rahmeti merhumun üstüne olsun.

Butaziyeni  Fikriye Hanım kızı mı? Al sana bir bilinmezlik ve sır dolu yem bir kapı daha.

Rahmi Bey'in kitaplarında 1920'lı yılların imza­sı bulunuyor. İkiside yaşamını tamamlamış bu dünyadan göçüp gitmişler her ikisi için tek bildiğimiz  şey bu. İstense de istenmese de kaderin belirlemiş olduğu sınırda bu dünyadaki görev tamamlanıyor.

Kitapların yüzde doksanı İngilizce ve hepsi de kaynak eser niteliğinde. Kitapların ilk sayfasında Rahmi Kolçak imzası ve alınış tarihi var. 1920'ler-den başlayan bir süreç 1960'lann sonuna kadar gelen bir kesit oluşturuyor. Bir ömrün hasılası. Kitapları tek tek elden geçiriyorum hemen hepsinde ciddî bir okurun parmak izleri duruyor. Kurşun kalemle çizil­miş satırlar, yanlarına, önemine göre Osmanlıca ya da İngilizce düşülmüş notlar. Okunmamış kitap yok gibi. Yaklaşık beşyüz cilt şu an elimin altında.

1950 ila 1960 yılları arasında CHP'nin, Halkevi yayınlarında çıkmış kitapçıkları. İlk kez karşılaşı­yorum. Halkevi yayınlarından Karışlaştırmalı Ma­niler kitabı. Adnan Adıvar'ın deri ciltli Prens Saba­hattin kitapları... Bol miktarda sözlük. Bir sonraki partide, başka ilginçliklerle karşılaşıyorum. CHP'sinden AP'ye geçiş. Torunlarından veya son­raki kuşaktan birinin aldığı bol miktarda Sosyalizm içerikli kitaplar. Durulan yön insanların akarını da belirliyor. Bu bir rastlantı sonucu olmuyor. Kitapse­verin siyasaya ilgisinin sınırları bu kadar mı bilin­miyor. Bir kazıdaki gibi, kitapların tozlarını deştik­çe onun kişiliğini ayrıntılarıyla bulmaya çalışıyo­rum. 1930'larda yayınlanmış Merzifon baskısı der­giler. İzmir, yavaş yavaş beliriyor. İzmir baskı ki­taplar. Merzifon, İzmir İstanbul üçgeninde gezindi­ği belli oluyor. Hilmi Ziya Ülken'in insan dergisi­nin nüshaları. 1934 dönemi Vakit gazetesi, bir kaç sayı. Karıştırıyorum, Üstad Necip Fazıl'ın da yazdı­ğı bir gazete, elimdeki nüshalarda imzasını bulamı­yorum. Tiyatro dergileri. Kitapseverimiz veya kuşa­ğından biri, tiyatro tutkunu. Tiyatro broşürleri. Tiyatro yayınları koleksiyonlarımın iyi olduğunu biliyorum. Arada işime yarayan sayılar çıkıyor. Onla­rı kendim için bir kenara koyuyorum. Refik Halid kitaplarım görmüştüm, onlar orada kalmıştı, sonra­dan onlar da geldi. Dil, ilgi alanı. İngilizce, Fransız­ca dil ile ilgili kaynak kitaplar.

Evet, imzalı kitaplar çıkıyor, Eğitimci ve felsefeci olan yazarların, dost, arkadaş veya meslektaşlarına imzaladığı kitaplar. Meslektaşları ifadesini bilinçle kullanıyorum. Rahmi Bey ile Aniye Kolçak Hanımefendice imzalanmış kitaplar.

Ah eşyaların oraya buraya saçılışı, Aniye hanım eşyasının böyle savrulduğunu görseydi, yüreğine inerdi eminim. Eliyle kazandığı, dişinden tırnağından biriktirdiği, edindiği bu eşyaların etrafa savruluşu.

Bir bay fotoğrafı, fötr şapkalı, Bu Rahmi bey mi, bir aile büyüğü mü anlaşılamıyor. Fotoğrafla, CHP broşürlerini bir araya getirince onun tipi sanki biraz daha belirginlik kazanıyor. Tabii yeterli değil bunlar, biliyorum. 1940'lı yıllaın ajandalarının birinde Ebe­dî Şef ile Millî Şefin kabartamlı madenî portlerinin yer aldığı bir ajanda. Millî Şef önde, Ebedî Şefi göl­gelemiş.

Lise öğretmeni meslektaş kardeşlerin bilgi düze­yi, kitap okuma ve kitap edinme tutkusu açıkça gö­rünüyor. Evin diğer eşyasına baktığımda da, zevkine uygun, oldukça lüks denilebilir bir birikim ortada duruyor. Rahmi Bey kitap almada yarışırken, Aniye hanım da ona inat kendisini eşyaya vermesin mi? Ki­tabın ve okumanın yoğun olduğu bir evde eşyaya pek yer olmuyor da! Gene de Aniye Hanımın kadın­sı yanı ağır basmış olmasın?

Evin bir odasında daha kitaplar vardı, o telaşta, görünür kitaplar üzerine pazarlık yapmıştık, kalanları da bir araya tasnif edecekler, bizi tekrar çağıracaklardı, gittik. Orada, gözüme ilişen ağırlıkta Türkçe kitap­lar vardı. Elimin altındakilere baktıkça onlar merakı­mı daha da arttırıyor. Bir fotoğraf daha, Aniye hanım orta yaş üzeri, öğrencileriyle birlikte. Öğrencileri öğ­retmelerine imzalamış, ona saygı ve sevgilerini sunuyorlar. Bu fotoğrafta saçları biraz daha uzun, objekti­fe gülümsüyor. Anlaşılan kitapların arasına girebilen bir fotoğraf. Bir zarf, içinde Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nin Aniye İbrahim adına düzenlenmiş 10. sömsetr senelik vasatisi. Bir dönemin not ortalaması anla­mını içeriyor, bir dönemin karnesi de diyebilir. Orta­lama 5 üzerinden not ortalaması oldukça yüksek.

Defterler, notlar, zarflar... Defterlerinin büyük ço­ğunluğunda Osmanlıca yazılar. Güzel sanatlara iliş­kin oldukça az bilgi bulunuyor, derken Suat Kemal Yetkin'in Estetik kitapları çıkıyor. Bir şiir defteri, he­nüz tam bakamadığım dörtlüklerden oluşan ve "Ey zalim felek" girişli bir şiir. İngilizce dil egzersizleri. Bir ömrün dile ve düşünceye adanmış yansımaları. Rahmi Bey kitapların arasından doğrularak bana doğru geliyor, gözlerimin içine bakıyor. Hüznün bi­raz olsun sevince dönüştüğünü görüyor gibiyim. Ki­taplarım; yuvasını ve yerini bulmuş sevinci, duygu­su, Kitaplarla kurulmuş bir ortak dostluk, sevgi dili.

Kitapları elden geçirdikçe yeni bulgularla karşı­laşıyorum. Didik didik okunmuş kitaplar, bilgisi de kendisiyle birlikte yitmiş bir insan tipi. Kimbilir kendi  akarını bulsaydı ne özgün düşünceler üretecekti.

Bir lise öğretmeninin bilgi birikimi, düşünce derinliğiyle Batı'ya açılmış kapıda yitmiş bir insan tipi mi?

Henüz tam çözemiyorum. Dilin yapısıyla felsefi an­lamda bir ilgi belirlemese de. Bağdat Demiryolu'na ilişkisi de önemli bir kaynak eser var. 1920'de Amerika'da yapılmış, ama bugünü de ilgilendiren bir çalışma. Emperyalizimin Osmanlı sınırlarına sızışı.

Yerli yazar ve şiir kitaplarına rastlayamadım. Ro­man, evet Proust, Knut Hamsun, Sheakspear'in bü­tün eserleri, Baudlaire... Bir yabancı gibi duruyor. Bunlar beni yanıltıyor olabilir.

Rahmi Bey soyutluğuyla kitaplarının arasında hâlâ gizli duruyor. Evin üç katını, tâ çatıya kadar, dışarıdan üzüm sarmaşığı sarmış dalları evi kuşatmış ve kucaklamış. Çok şey gizleriyle birlikte, bir bilin­mezliğe doğru gömülmüş, derin bir sesizlik. Bu soğuk İstanbul kışında evin içi boşaldıkça, o da içine büzülmüş, üşüyor. Kitaplar, ajandalar, defterler ve yabancı kitaplar şimdilik sıcacık bir yuvaya kavuştu­lar, çevilip okşanıyorlar, kirlerinden paslarından kur­tuluyorlar. Her gören merakla saldırıyor ve karıştırı­yor. Yüzleri gözlen açıldı kitapların. Kütüphanemize giren, yerini alanlar bir sevinç yaşıyorlar şimdilik.

Kaderin onları sürükleyeceği süreci bekliyorlar.

Ali Haydar Haksal
İstanbul - 12.02.2002
 http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail