Kayıt için burayı tıklayın



Güzel Yazı Yazma Sanatı


KELİMELERLE BİR DÜNYA YARATMAK:

ANLATMA TARZLARI

İnsanoğlu tarihin her devrinde değişik anlatma tarzları ile iç dünyasını şekillendirmiştir. Kahramanlık hikayeleri, masallar, efsaneler, destanlar yöreden yöreye, dilden dile aktarılmıştır. Bunların birçoğu yazılmadığı için unutulmuş, bazıları ise eğer yazılmışlarsa günümüze kadar gelebilmiştir. Eski Yunanlıların „Ilias“, „Odysee“ gibi hikayaleri, bizim „Dedekorkut hikayelerimiz“ „Ergenekon destanı“, Alman´ların Grimm kardeşler masalları, gibi.

Edebiyat alanında anlatım tarzları üç gruba ayrılır.

-         şiir, şarkı, türkü sözü,

-         nesir, düzyazı, tiyatro oyunları

-         hikaye, öykü ve roman.

Günümüzde insanlar masallara, kahramanlık hikayelerine ilgi duymadıkları için anlatım tarzları içinde en yaygın olan anlatım şekli romandır. Romanlar insanların belirli bir hayat dönemini, değişik mekanlarda ve zamanlarda konu alırlar. Yazar çok geniş bir anlatım, şekillendirme ve biçimlendirme serbestliğine sahiptir. Roman en sevilen anlatım tarzıdır.

Romana en yakın yazı türü hikaye/öyküdür. Romanlarda birçok insanın ve neslin kaderleri dile getirilirken, hikayeler bir ana figuru, bir insanı konu alırlar.

En kısa ve en öz anlatım tarzı fıkra/anekdot´tur. Fıkralar şahsiyetleri öyle bir tarzda anlatırlar ki, bir olayla, bir karakter yönüyle kişinin tüm karakterini ele verirler. „Anekdota“ kelimesi eski Yunanca´dan gelmektedir ve „yayınlanmamış“, „açığa çıkmamış“ anlamındadır.

Alman yazarı Heinrich von Kleist´ın „Prusyalıların son savaşlarında“ adlı fıkra kitabında Alman Müzisyeni Johann Sebastian Bach şöyle tarif edilmiş:

Bach´ın eşi öldüğünde cenaze töreni hazırlıklarını kendisinin yapması gerekmiş. Ancak adam herşeyi eşinin yapmasına, her ise eşinin koşturmasına öylesine alışıkmış ki, kapıya hizmetçisi mezar çiçekleri için para istemeye geldiğinde, kendisi eli çenesine dayalı, masasından, sessizce ağlayarak: „Eşime söyleyin!“ diye seslenmiş.“

: )

Fıkraya kendi tarihimizden bir örnek: „Alparslan askerleriyle yine bir savaş meydanındayken tepede gözlem yapan bir asker soluk soluğa koşarak gelir ve: „Padişahım yaklaşık 100.000 kişilik bir düşman ordusu bize karşı geliyor“ der. Yaklaşık 30.000 askerle savaşta bulunan Alparslan kayıtsız bir şekilde: „Ne yapalım yani, biz de onlara karşı gidiyoruz“ der. : )

Türklerln tarih boyunca düşmana karşı korkusuzluğunu dile getiren bu anekdot kısa ve öz olarak eski Türk insanını karakterize ediyor.

Fıkralar/anekdotlar gerçekleri kısa ve öz yansıtırken, masallar tamamen realiteden kopukturlar. Masal başka zamanları, mucizevi olayları, harika insanları, garip, tuhaf, doğaüstü yaratıkları konu alırlar. O yüzden tüm masallar „Bir varmış, bir yokmuş“ la başlar.

Masala en yakın anlatım tarzı efsanedir. Dilimizde menkibe, anane, rivayet, mitoloji olarak geçerler. Almanca´da “Sage, Mythos ve Legende” olarak tanımlanırlar.

ANLATMA SANATI

Hikayeler, romanlar hep insanı anlatırlar. Bütün anlatım tarzları arasında en çok hikaye ve romanlarda bir insanın karakter yapısını, bir insanın geçmişini canlı bir şekilde anlatmak, tasvir etmek, hayat tecrübelerini başka insanlara, başka nesillere aktarmak mümkündür.

Bazı hikaye ve romanlarda „Ben perspektifi“ kullanılır, bazılarında ise „Üçüncü şahıs“ perspektifinden anlatılır. Bu tarz „personel anlatım tarzıdır“. Bir hikaye veya roman eğer bu tarzda anlatılıyorsa, yazar bir figurun gözüyle „dısarıdan“ sanki figurun hemencecik yanından olayı seyrediyormuş gibi anlatır.

Her ne perspektiften anlatılıyorsa anlatılsın, önemli olan okuyucuyu ilgilendirmek, onu hikayenin devamını okumasını sağlamaktır.

HIKAYENIN YAPISI

Her hikaye bir „Giriş, gelişme ve sonuç“ içerir. Giriş kısmında yer, mekan ve ana figur, hikayenin kahramanı tasvir edilir. Onun akabinde olayın, hikayenin gidişatı, ana figurun hareketlerinin sebepleri dile getirilir. Gelişme kısmı hikayenin şah damarını teşkil eder. Bir olay diğer bir olaydan kaynaklanır. Hikaye bir ağaç kökü gibi dallanır, budaklanır. Olay, hikaye ne kadar geliştirilirse, anlatılan hikaye en az o kadar ilgi çekici olur.

Bir hikayeye hikaye diyebilmek için, yazma sanatının en az dört – beş ana unsurunu içermesi gerekir. Hikayedeki bu temel elementler : Tasvir, Anlatmak, açıklamak,

sebeplendirmektir. Diyalog hikayede olmayabilir. Hikayeci hiçbir zaman olayı

bir bilim adamı gibi „Bu şu sebepten dolayı şöyle olmuştur“ demez. Hikayede olay figurun hareketleriyle gözler önüne serilir. Cevaplar soruları kendiliğinden içerir. Durum ne kadar vahim olursa, figurlar da o kadar köşeye sıkıştırılmış olur. Bu oyun sonuna kadar götürüldüğünde, okuyucu için çıkış noktaları ve hikayenin maksadı kendiliğinden meydana çıkmış olur.

Hans Helmut Kirst´in sözleriyle ifade etmek gerekirse:

Her kim ki yazmak istiyorsa, tasvir etmeyi bilmelidir, ön ve arka planı görebilmelidir ve yaratıklarını tam anlamıyla düşünebilmelidir.

Bir yazar için en önemli nokta bence figurlarının karakter yapısını çok iyi tanımaktır. Kişlerin karakter yapısından konflikler ortaya çıkar, çünkü hiçbir insan aynı ortamda aynı reaksiyonu göstermez.

Bu sebepten insanların değişik reaksiyon biçimleri hayret edici kombinasyon olanaklarıyla doludur. Bu olanaklar bir „şah oyununda“ bile yoktur. Ve ancak bu sebepten bir yığın büyüleyici kitap ortaya çıkabilir, her ne kadar aynı konular işleniyorsa da.

Güzel bir hikaye bir öğrenciye ders verir gibi yazılmaz. Bir resim tablosu gibi her hikayenin bir ön planı, bir de arka planı vardır, tıpkı her cümlenin arkasında yatan değişik anlamlar gibi. Okuyucuyu ilgilendiren nokta hikayenin/öykünün kendisinde uyandırdığı heyecandır.

O yüzden hikayenin arka yüzü ve ana motifleri sadece ve sadece üstü kapalı ima edilmeli, okuyucuya sezdirilmelidir.

Önceki yazılarda da vurguladığım gibi, güzel bir hikayede duygu ve düşünceler hareketlerle tasvir edilir, durum bildirgesi, durum tasviri ile değil. Ruh halinizi, duygu ve düsüncelerinizi, hatıralarınızı her zaman fiile çeviriniz hikaye yazarken.

Durum tasvirine bir örnek:
"Yazl
ık ev boğucu bir sıcaklık içindeydi. Max susamıştı. Zaten canı da sıkılıyordu. O yüzden aklından ilk geçen şey…".

Fiiliyata bir örnek:

“Tatil evine ayak bastığinda boğucu, nefes kesici bir sıcaklıkla karşılaştı. Kuzey denizinde aldığı kısa soğuk duş da kendisini serinletmeye yetmemişti. Kendisini yatağa atıp, bir kitabı eline aldı, okumaya çalıştı, fakat ani bir hareketle yerinden zıpladı, kavurucu sıcaklığa dayanamayıp, bütün pencereleri sonuna kadar açtı. Sonra buzdolabına yöneldi: Bomboş! Bir tane desen şişe bulamadı”.

Hikaye, roman yazarken ilk yapıtlarda çok fazla fiiliyata, çok fazla figura yer verilmemelidir. Karmaşık bir eser yerine, sade ve içinde çok karmaşıklık olmayan bir hikaye anlatılmalıdır.

Tecrübeli bir yazar dikkatli bir seçim yapar. Anlatılan hikayenin ufkunu fazla geniş tutmaz. Sadece figur sayılarında değil, olayların geçtiği yer sayısını da sınırlı tutar. En önemli anları tasvir eder ve olayın sahnelerini öyle birbirine bağlar ki, hikaye böylece kendine özgü bir tempo, bir dinamiklik kazanır.

Hikayelerde aksiyon her zaman düğüm noktasında oluşur. Eger hikaye/roman yazıyor iseniz, sürekli bir konflik yaratmak zorundasınız. Konflikleri de bir biri ardına düğüm çözer gibi çözmelisiniz.

Istekler, arzular, amaçalar, motifler ve hareketler fiil halindeki figurlar tarafından birbirine bağlanmalı ve düğüm noktalarında da aksiyon oluşmalı. Mesela bir fikir ayrılığı, bir mizaç/karakter farklılığı birçok şeyi ortaya çıkarır: çelişki, tartışma, kavga, gerginlik, gibi. Ve bunlardan da konflik meydana gelir.

Hikayede karmaşıklık yaratmak kolay, yaratılan o karmaşıklığı çözmek ise daha zordur. Bunun için yazar her zaman iyi bir fantaziye, iyi bir hayat tecrübesine ve iyi bir mantığa sahip olmalıdır.

Bundan altı ay önce Milliyet Gazetesinde Cetin Altan´ın “AVARELIK” isminde mükemmel bir makalesini okumuştum. O yazıyı 35 yıl önce yazmıştı. Simdi bu yazım için o makaleyi neden kesmediğime üzülüyorum. Eğer kesmiş olsaydım, kelime anlamıyla alıntı verebilirdim.

Kısaca size kendi kelimelerimle o yazının özetini vermeye çalışayım. Konflik nasıl yaratılır, ve nasıl çözülür, çok güzel bir şekilde ifade edilmişti o yazıda:

“Güneş yeni doğmuştu. Adam elini yüzünü yıkadıktan sonra, aşağı inip, gazetesini aldı. Eşi kahvaltı hazırlamakla meşguldü. Günlük haberlere göz atarken, adam kafasını kaldırıp:

“Hanım, gel seninle bugün bir avarelik yapalım” dedi.

Eşi mutfaktan seslenerek: “Ne dedin, avarelik mi?

Adam: “He ya, avarelik! Üstünü başını giyin kuşan, birlikte bugün şöyle bir Istanbul´u adımlayalım.

Kadın masaya bardakları ve yiyecekleri taşırken:

“Ya, öyle mi? Peki, senin çoraplarını kim yıkasın, alişverişi kim yapsın? Evde et yok, süt yok. Utanmadan bu yaşta kalkmış benden avarelik yapmamı bekliyor.” der.

Adam: “Sen hep böyle dır-dır edersin işte. Bana benimle ilgilenmiyorsun diyen kim? Günlerden bugün seni düşünen bir kocan olduğunu anlatmak istemiştim.”

Kadın: “Beni düşünsen bana biraz olsun yardım edersin. Baksana evin bütün yükü benim üzerimde. Sen işe gidip geliyorsun, evde ne olmuş, ne bitmiş, hiç haberin bile yok senin”.

Adam: “Of aman be kadın, sus artık! Kırk yılda bir bir avarelik etmek istedik, ağzımızdan burnumuzdan getirdin. Tartışmayı bir kadın hakları konferansına çevirdin, mübarek. Tamam, tamam, sen işine bak, ben avarelik etmekten vazgeçtim”.

Yazar kelimelerle bir dünya yaratır. Gerçek dünyanın dışında bir hayal dünyasıdır bu. Kelimelerle fiktif, hayali bir realite serer gözler önüne ve hikayenin içindeki insanlar, olaylar, nesneler tasavvur alanımıza girer, tarafımızdan algılanabilir olurlar. Yazar kafasında kurduğu herhangi bir durumdan bir hikaye meydana getirir. Bizi bir mekana, bir zamana, bir atmosphere, bir semte, bir muhite taşır hikayesiyle.

Hikaye ne kadar şaheser olursa, real detaylar da o kadar önemli olur. Hikayeci her zaman realite ile fiktion arasında dolaşır. Dünya sonsuz hikayelerle doludur. Her şeyin bir geçmişi, bir geleceği olduğundan herşey üzerine bir hikaye yazilabilir. Bir gazeteci bir haberi yazarken aslında bir hikaye anlatır. Fakat bu hikaye ana hatlarıyla gerçektir. Bir hikayeci ise gazetecinin noktaladığı yerden başlar işe. Ancak hikaye yazarken ana bir kural hiçkimsede yoktur.

Iyi hikayeler, kötü hikayeler, uydurulmuş hikayeler, gerçek hikayeler: Bunların hepsi o hikayeleri anlatanların eserleri. Yoksa hikayeci kimlere denir?

Alfred Andersch´in sözleriyle:

“… o ancak şu kadardır. Masasında yazı yazan biri. Yazar Tanrı değil, ama aptal biri de değil. O bir insanışünüyor, bir konuyu, bir fiiliyati tasavvur ediyor, belki de herhangi bir yerin, mekanın esiri olmuş biri”.

Günümüzde dünya artık kazma kürekle değil, fikir ve düşüncelerimizle değişiyor.
Edebiyat, Bilim, Kültür ve Sanat kelimelerle dünyalar yaratan yazarlar
ın, düşünürlerin eseridir. Yazarlar içinde en tehlikeli olanlar, gerçek dünyamızı göremeyen, kör gözlü, bunamış insanlar ve onların yaydıkları dünya görüşleridir.

Gelecek yazıda “Mükemmel bir roman nasıl yazılır?” konusuna başlıyorum.

DEVAM EDECEK!

Kaynaklar: Kendi bilgilerim ve Axel Anderson Yazmanın okulu, 5. Broşür.

http://sufizmveinsan.com
22
.02.2005


Üst Ana sayfa e-mail