2.Bölüm


VUSLAT:

a- Ef'al-i ilâhî'nin tecellisi:

"Lâ fâile illâllâh"

b- Sıfat'ı ilâhî'nin tecellisi:

"Lâ mavsûfe illâllâh": Her şeyde Allâh'ı görmek ve bilmek. Sıfat sahibinin ancak Allâh olduğu idrakine varmak.

c- Tecelli Zât

Tam bir fenâ makamı olup, "Lâ Mevcûde illâllâh" İşte vuslat böyle olur. Bir kulun diğer bir kula vasıl olması gibi olmaz.

Cüneyd-i Bağdâdi (k.s.) hazretleri buyuruyor ki: "Allâh'ın sana yakîn olduğunu bilmen, Allâh'a vuslattır. Bu vuslat bir cismin, bir cisme birleşmesi gibi değildir."

Birşey kendine benzeyen ile birleşir. İki ayrı şey birbirine birleşmez. Madde madde ile, lâtif lâtif ile birleşir. Madde lâtif ile birleşemez. Bunun gibi, insan lâtif olmayınca, Allâh ile birleşemez. Lâtifin lâtifi olan Allâh'a benzemeyen nasıl olur da Allâh ile birleşebilir? Fakat Allâh (C.C), Tecelli-i ef'al ile tecelli edince ve karşısında zuhur eden bütün fiillerin Allâh'dan olduğunu bilir. Bu biliş ef'âl (fiiler) bakımından Allâh'a vuslattır.

Senin Allâh'a vuslatın, onu müşahede etmen ve onun sana yakîn  olduğunu bilmendir.

Allâh'a hakîki olarak yaklaşmak, Allâh'ın sana yakîn olduğunu bilmendir.

Bir ayet-i celilede buyuruluyor: "Kullarım sana (Habîbim) beni sorunca  (haber ver ki) işte ben muhakkak yakînimdir. Bana duâ edince, ben o duâ edenin dâvetine icâbet ederim. O halde onlar benim dâvetime (itaatla) icâbet ve bana îman (da devam) etsinler. Tâ ki (o sayede) doğru yola ulaşmış olurlar." (Bakara:186).

Bu âyetten anlaşılıyor ki; Allâh (C.C.) sana yakîndir. Allâh'ın sana yakîn olduğunu bilmen de, ona hakiki yaklaşmış olmaktır.

Allâh'ın sana yakın olduğunu bilmen ve Allâh'ın heybetini murâkabe etmen, sende gerçek terbiyeyi uyandırır. İşte senin terbiyeli oluşun ve Allâh'ın sana yakîn olduğunu bilmen de, senin Allâh'a vâsıl olduğunu gösterir.

Nitekim, bir ayette: "Ben kulumun vevesesini bilirim. Zirâ ben ona şah damarından daha yakînim." diye buyuruyor.

5- Hak'tan vâridat (Hakîkat) geldiği vakit sen onun Allâh'dan geldiğini bilip, Allâh'a yakînlaşacağını anlaman lazımdır."

Vâridat (Rahmânî marifetler, ruhani lütuflar) kalbe gelince sende Hakk'a (Allâh'a) karşı dönüş olur. Kalbine vâridatın gelişinin alameti senin edepli hale sahip olmandır. Senin edepli oluşun, sana gelen vâridatın sende beliren semeresidir. Bu semerenin sende zuhurundan dolayı Allâh'a çok şükret. Hasıl olmazsa üzülme, iste ve yalvar. Kalbine gelen vâridatın semeresiyle oyalanma, daima iste. Vâridât gelmeyince de taat ve itaatı (namaz ve bezeri amelleri) terketme. Eğer terkedersen, sen bir hal için ibadet etmiş olursun. Halbuki, bütün ibadet ve zikirler Allâh için yapılır. Zikir ve ibadetle hal gelmiyor diye üzülme. Ne mutlu ki Allâh seni huzuruna alıyor ve zikrettiriyor. Bekle ve sabert. Seni huzunda tutan Allâh elbette bir gün kapıyı açar. İlâhi vâridât sana gelmekle sen Allâhu Tealâ'nın azametini görerek, varlığını görmekten yani enâniyetten (benlikten) kurtarılmış olursun.

6- "Allâh'a vâsıl olan insanı, her şey Allâh'a çeker. Eğer Allâh'dan ayrı olursak, hiçbir şey bizi Allâh'a çekemez."

Ey Mü'min, kalbinde açıklık istemen Allâh'ı bulamadığının ve bilemediğinin alâmetidir. Allâh'ın mâsivasından korkman Hakk'ı bulamayışındandır. Çünkü herşey Allâh ile kâimdir.

Ayette şöyle buyuruluyor: "Mü'miler, Allâh'ın dostları olup, onlar için hiç korku yoktur."

7- "Dünya işlerinin bidâyeti (başlangıcı) tatlı gelir; Fakat pek çok sevinme. Her ne kadar zahir ve bidayeti cazip ise de, bir son bulacağı için başlangıcına aldanma. Eğer gönlün dünyaya bağlanmıyorsa üzülme, sevin. Zira gönül Allâh'ın nazargâhıdır."

Dünyaya muhabbet eden akıllı olmayıp, gafil kimsedir. Zira akıllı kişi dünyadan kaçar. Böyle kimseler dünyanın üzerine düşmeyip, aksine ondan uzaklaşırlar. Yani dünyayı kalbine koymaz. Bu demek değildir ki;çalışmaz. Hayır mü'minçalışır, fakat dünya üzerine düşüp, kendinde hırs peyda etmez. Her işte olduğu gibi çalışmasını da Allâh için yapar. Zaten islam nazarında çalışmak bir nafile ibadettir. Eğer çalışmanı Allâh için yaparsan, bu bir ibadet olur. Eğer para kazanıp zengin olmak için yaparsan, bu da ticaret olur. Böyle hallerde, insanda hırs ve dünyayı kalbine koyma hali hasıl olur.

Dünyaya bağlanmak çiğ et yemek gibidir.

Dünya muhabbeti en büyük belaların, kaçınmak da iyiliklerin başıdır.

Dünya yedi şeye benzer:

1- Deniz Suyu: Susuzluğu gidermez, aksine arttırır ve zararlıdır.

2- Bulut Gölgesi: Bulut gidince gölgesi kalmaz. Yani sana daimi gölgelik yapamaz.

3- Yağmursuz Şimşek.

4- Yağ Bulutu.

5- Bahar Çiçeği.

6- Rüya: Daimi olmayıp, uyanınca yok olur.

7- Zehirli Bal: tatlı, fakat öldürücüdür.

Bu yedi vasıf, ancak dünyada vardır. Dünya cin taifesi gibidir; Onunla gidersen mahvolursun, kaçarsan kurtulursun.

Dünyadan çekinmek ilimle mümkündür. İlmi de sabır doğurur. Sabırla gayret ve ibadet de tefekkür zuhur eder.

Allâh dünyayı her fenalığın, acıların, bela ve musibetlerin kaynağı ve mekanı kıldı. Allâh'ın böyle yapışı, kullarının dünyaya bel bağlamamaları içindir. Allâh kullarını dünyadan çekmek için dünyayı böyle yaptı ki, ona olan meyilleri kesilsin ve Allâh'a yönelsin.

Şair der ki: "Gamımın en şiddetlisi sevinçtedir."

Gecenin gündüzü takip ettiği gibi, sevici de bela takip eder. Belanın gelişi sevincin geleceğinin alametidir. Sevinç de belanın geleceğinin alametidir. Sevince bel bağlama, zira arkasından bela gelecek demektir. Asıl maksat bela ve sevinçlerde hep Allâh'ı görmektir. Allâh bunların hepsini kendini bildirmek için hâlk etmiştir. Dünyayı yaratması da bunlardan ileri gelir.

Kulun dünyada üç hissesi vardır.

1- Bela hissesi,

2- Musibet hissesi,

3- Ölüm hissesi.

Hz. Ali (K.V.) hazretleri buyuruyor ki: "Yâ Selmân, dünya yumuşak bir yılana benzer. Yumuşaktır ama zehirli olduğu için öldürür. Dünyada seni aldatacak herşeyden kaçın. Zira her şeyin bir ayrılığı vardır."

Dünya fanidir. Ahiret yurdu bâk,d,r. Allâh'ın emirlerine anlamıyanlara, Allâh dünyanın belalarını (ki bunlar zevk gibi olurlar) tattırır. Böyle olmakla beraber, dünya ârifin cennetidir. Zira âhiret de burada kazanılıyor.

8- "Evliyâullah'ın ibâreleri (sembolleri) makam sahiblerinin sözleri, ruhumuz için birer gıdadır. Bu ibareler, müridlerin ihtiyacı için, Allâh'ın ilminden alınır ve ehline verilirler."

Bu gıdalar, ayrı ayrı olup, saliklerin derecelerine göre verirler. Her söz, dinleyiciler tarafından başka başka manalarda anlaşılır.

9- "Kimsenin malına elini uzatma ve kimseden isteme. Hak'tan başka veren olmadığını unutup da elini hiçbir kimseye uzatma ve isteme."

<Devam Edecek>

Derleyen : İbrahim Beğen
Pamuk Yayıncılık

http://sufizmveinsan.com

27
.11.2001

 


Üst Ana sayfa e-mail