28. Bölüm


“ Sizin hakkınızda beni en çok korkutan deccalden başka konulardır. Şayet o, ben içinizde iken ortaya çıkarsa, ben sizin önünüzde onu ilzâm (sustururum) ve davasını iptal ederim. Eğer ben aranızda değilken çıkarsa, artık herkes kendisinin savunucusudur. O (deccal) gençtir. Saçları kıvırcıktır. (Sağ) gözü dışarı fırlamıştır. Ben sanki onu Abd’ul-Uzzâ b. Katan’a  benzetiyorum. Sizden kim ona ulaşırsa, ona karşı Kehf süresinin ilk ayetlerini okusun. O Şam ile Irak arasında bir yerde çıkacak. Sağı, solu, ortalığı  fesada verecektir. Ey Allah’ın kulları (îmanda) sebat ediniz” buyurdu. Bizler;
“Yâ Resulullah o, yeryüzünde ne kadar kalacak?” dedik.
Resulullah(s.a);
“ Kırk gün kalacak. (O kırk günün) bir günü, bir sene gibi bir günü, bir ay gibi ve bir günü de, bir Cuma (hafta) gibidir. Geri kalan günler sizin bildiğiniz günlerden farksızdır” buyurdu. Biz;
“ Yâ Resulullah! Şu bir sene gibi olan günde bir günün namazı bize kâfi mi? Dedik.
Rasûlullah (s.a);
“ Hayır, o gün için bir günün namazlarını takdir ediniz” buyurdu. Biz;
“ Yâ Resulullah, deccalin yeryüzündeki sürati nasıldır?” dedik.
Resulullah (s.a);
“ Rüzgârın sürüklediği bulut gibi. O bir kavme gelir, onları ( kendisinin Rab olduğuna) davet eder. Onlar ona inanırlar ve icâbet ederler. Deccal, semâya emreder. Gök yağmur yağdırır, yerlerde ot bitirir. O kavmin hayvanları daha besili, daha sütlü geri dönerler.
Sonra bir başka kavme varır. Onları davet eder. Onlar da ona icâbet etmezler. Deccal yanlarından ayrılır ayrılmaz, yağmurlar kesilir. Topraklar kurur ve hiçbir malları kalmaz.
Daha sonra deccal bir harabeye varır ve “Hazinelerini çıkar” der. Harabede bal arılarının  beylerini izledikleri gibi  -deccalin emrine uyarak- defineleri çıkarır.
Sonra deccal, genç bir adamı (kendisini inanmaya ) çağırır. (çağrıyı reddedince) o gence öyle kılıçla vurur ki, bedenini iki parçaya böler. Her bir parçası atılan ok menzili kadar uzaklara düşer. Sonra o genci çağırır. O da yüzü parıldayarak ve gülerek, gelir.
İşte deccal böyle bozgunculuğunu sürdürürken Allah Teâlâ Mesih (İsa) b. Meryem’i gönderir.

İsa (a.s)  boyalı iki elbise içinde ve ellerini iki meleğin  kanatlarına koyarak Şam’ın doğusundaki beyaz minareye iner. Başını eğdiği zaman (saçı su) damlatır. Kaldırdığı zaman başından aşağı inci taneleri gibi damlalar iner.

Bir kâfirin, onun soluğunu koklaması helâl değildir. Onun nefesini hisseden kâfir hemen ölür. Onun soluğu gözünün vardığı yere kadar ulaşır.

İsa deccali arar. Sonunda onu Beyt-i Mukaddes  yakınlarındaki “Lûd”  kapısında yakalayıp öldürür. Sonra İsa (a.s)  Allah’ın deccalden koruduğu bir cemaatin yanına gelir, onların yüzlerini okşar ve onlara cennetteki derecelerini haber verir. Böyle devam ederken, Allah Teâlâ, İsa’ya (a.s);

“ Ben kimsenin kendileriyle savaşmaya  gücünün yetmeyeceği, Bana ait kullar çıkardım. (Bundan dolayı yanındaki) kullarımı Tûr dağına sığındır” diye vahyeder.

Allah (c.c), Yecüc ve Mecüc’ü gönderir.  Onlar her tepeden sökün ederler. İlk grupları Taberiye gölüne uğrayıp  suyunu tamamen içerler. Son grupları da oradan geçerken: “ Gerçekten burada önceleri su çok varmış” derler.

Sonra İsa ve ashabı kuşatılır. Öyle ki o gün onlar yanında bir öküz başı, sizin bugünkü yüz dinarınızın taşıdığı değerden kıymetli olur. Bu halde Allah’ın peygamberi İsa ve ashabı Allah’a yalvarırlar. Bunun üzerine Yecüc ve Mecüc’ün boyunlarına kurtları musallat kılar da hepsi birden ölüverirler.

Sonra Allah’ın Nebîsi İsa ve ashabı (Tûr’dan) aşağı  inerler. Ve yeryüzünde onların leşlerinin ve pis kokularının doldurmadığı bir karış yer bulamazlar. Allah’ın peygamberi İsa ve ashabı Allah Teâlâ’ya dua ederler. Bu duaları üzerine Allah (c.c) deve boyunları gibi (uzun) bir takım kuşlar gönderir. Kuşlar o leşleri yüklenerek Allah’ın dilediği bir yere atarlar.

Sonra Allah Teâlâ yağmur gönderir ki ondan hiçbir ev ve çadır korunmuş olmaz. Yağmur yeryüzünü öyle bir yıkar ki lekesiz ayna gibi olur. Sonra Allah (c.c) yeryüzüne: “ Meyvelerini bitir, bereketini ver” der. O gün bir cemaat bir narı yer, doyarlar. Ve kabuğunda gölgelenirler. Sütlerde bereket olur. O kadar ki bir devenin sütü büyük bir kalabalığa bir ineğin sütü bir kabileye, bir koyunun sütü de yakınlardan bir cemaata yeter.

Bu aralarda Allah  Teâlâ hoş bir rüzgâr gönderir. Bu rüzgâr mü’minleri koltuk altlarından yakalayarak her mü’min ve müslümanın ruhunu kabzeder. (Geride) insanların şerlileri kalır. Orada onlar erkek, kadın –merkepler- gibi cinsi münasebette bulunurlar. Artık kıyamet onların üzerine kopar.” (6/183-184-185)

<devam edecek>

İstanbul - 13.05.2003
 http://gulizk.com

 


Üst Ana sayfa e-mail