ünyamız, sadece toprak yapısı itibariyle değil, toplumsal yaşam yönünden de erozyona uğramaktadır. Oysa, bilindiği gibi, bir toplumda fikri çölleşmeyi engelleyecek olan unsur, insan kalitesidir. Üretici olmayan, öz benliğine, hakikâte ulaşmayı reddeden insan, asla yeşermeyecektir.
Aşağı yukarı, bütün insanların  zihni ve fiili faaliyetlerini meşru kılan varoluş  zemininde, her tür  maddi koşula mutlaka yer vardır. Ama, bu baskın gerçekliğin  uyum ve stratejisine tabi olmanın yanında, yaradılış gayesine uygun daha akılcı seçenekler de bulunmaktadır:
Hakikât yoluna adım atabilmek!..gibi

İnsanın kurtuluşu burada başlıyor...

Aksi takdirde, tüm çalışmalarınız, çabalarınız hayalleriniz ve  rüyalarınız, günün her saatinde sizi bile şaşkınlık içinde bırakarak boşa gider.
Ve bu anlarda kendinizi sebepsiz bir suçluluk duygusu, bir arayış ve kaçış içinde bulursunuz...
Hakikâte yönlenebilmek, genelde bu şartlarda, kendini gösterme fırsatı verir.
Özgürlüğünü keşfeden,  mutsuzluğunu da o anda bırakmış olur.
Ancak bu şekilde, ütopyanın çöktüğünü, çeşitli frekanslarda var olan ve belli bir amaca dayanmayan isteklerinizin son bulduğunu algılayabilirsiniz.
Zira, artık  “Hakikât”  sahasına adımını atmış, tabularınızı, hayallerinizi, ideolojilerinizi, dertlerinizi terk etmişsinizdir...
Yüreklerimiz, özgürleştirilmiş benliklerimiz,   tapınmanın eşiğinden yani uykulu bir halden ancak bu düzeyde kurtulabilir...
Toplumsal hareketliliğin kaynağı da gerçekte budur:
Hakikâti bilmek!..
O arayış asla tükenmez...

Bu noktada akla şu sorular gelebilir:

Hakikâti aramak için  yola çıkan bilgeler, felsefeciler, bilim adamları, acaba hakikâtle buluştu mu?..

Nirvana’ya  yürüyen rahipler ile  “Enel Hak“  diyen sufiler,  şuurlarındaki berraklığa, mutlak hakikât noktasına kavuştular mı?

Siz, hakikâte yönelmeyi hiç düşündünüz mü?
Eğer yönleniyorsanız, o hakikât nerede?
Gerçeğe giden yolu bulabildiniz mi?
Hakikât perdesini aralayabildiniz mi?
Hakikât  size yönlenebiliyor mu?

Bütün bu soruların cevapları, hakikât yolcusuna, asırlar önce mutlak varlığı özünde bulan Hz.Âdem (a.s.) tarafından verilmiştir.

Bugün çağdaş fizik bilimi, Doğu felsefesi ve mistik felsefeyle buluşma noktasına geldi. Doğu felsefesinin bundan yüzlerce asır önce varmış olduğu hakikâte, Batı felsefesi ve bilimi çok uzun ve eziyetli bir yoldan geçerek sonunda ulaşabildi...
Einstein’in  izafiyet teorisi ve Neils Bohr’un Kuantum fiziği ile beslenen batı insanı, kendine özgü  “maddeci” dünya görüşünü yine kendisi yıktı.
Bu arada, baş döndürücü bir hızla yol alan Genetik alanındaki devrim niteliğindeki buluşlar, insana, bizzat yaratılışı ile ilgili eylemde ve özünü tanıyabilme yolunda eşsiz imkânlar sundu...

Ve sonunda haklı olanın, “maddeci” Batı anlayışı değil de, bir görünümüyle Guatama Buddha’nın görüşlerinden yola çıkan Zen felsefesi, bir açıdan Çin kültürünün Tao “tariki”  ve  aşağı yukarı aynı şeyi söyleyen İslam Tasavvufu olduğu ortaya çıktı.
“Miskin Yunus” ile “Mevlâna Celâleddin-i Rûmi” nin ve  diğer öze ermişlerin görüşleri, kelimenin tam anlamıyla hakikât yolunda gerçek bir rehber  kabul edildi.

Tarih boyunca insanlık şu veya bu nedenlerle  Hakikât’i aramış ve halen de aramaktadır...
Çünkü, bu özlem ona özünden ulaşıyor!..

İstanbul - 02.05.2001
http://sufizmveinsan.com

Akşam Gazetesi - 07 Aralık 2001

 


Üst Ana sayfa e-mail