148. Bölüm

BU FASS KELİME-İ ÜZEYRİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMET-İ KADERİYYE" BEYÂNINDADIR

Mesnevi:

Tercüme: "Hattın (çizgilerin),  resmin çirkinliği nakkâşın (çizenin, resmi yapanın) çirkinliği değildir. Belki ondan çirkini ızhâr (açığa çıkarmak) ve îcâd etmek (yaratmak) lâzım gelmiştir. Nakkâşın (resmi çizenin) kuvveti odur ki, o nakkâş (ressam) hem çirkin, hem de güzel yapabilir. "

Şerh: Hz. Mevlânâ (r.a.), kazâ (kazanın kendi) ile makzîyi (kaza olunan şeyi) îzâh (anlatmak) için nakkâş (ressam) ile nakşı (resmi) misâl olarak îrâd buyuruyorlar (anlatıyorlar):  Eğer bir nâkkâş (ressam) çirkin bir resim yaparsa, o çirkinlik resmindir, nakkâşın (ressamın) değildir. Ancak san'atı iktizâsınca (sanatının gereği) onun yed-i mahâretinden (usta, becerikli elinden) çirkin bir nakış (resim) ızhâr (açığa çıkarması) ve îcâdı (yaratması) lâzım gelmiştir: Nakkâş (ressam) güzeli ve çirkini ne kadar mâhirâne (ustaca) ve üstâdâne (ustaya yakışır bir şekilde) nakış (resmeder) ve tersîm ederse (çizerse) san'atında, o nisbette (ölçüde) kuvvet ve kudret sâhibi olmuş olur. Bu misâlde "kazâ", nakkâşın (ressamın) nakkş-ı kabîhi (çirkin resim) tersîm etmesi (çizmesi) ve “makzî” (kaza olunan), nakş-ı kabîhdir (çizilmiş olan çirkin resimdir)Ressâm nukûş-ı latîfe (hoş, güzel resimleri) ve tesâvîr-i bedîayı (beğenilen, takdir edilen resimleri) nakş ederken (çizerken) seve seve tersîm eyler (çizer).  Fakat ızhâr-ı san'at ve mahâret (sanatını ve ustalığını açığa çıkarmak) için suver-i kabîhayı (çirkin şekilleri, suretleri) dahî, rızâ-yı dili hilâfında (gönlünün sevmediği şeyleride), tersîm etmek (çizmek) iktizâ eder (gerekir).  Bunun gibi Hak Teâlâ hazretleri, esmâ-i şerîfesinin mazharı (göründüğü mahal, yer) olmak için, hayır ve şerri (kötülüğü) îcâd buyurur (yaratır).  Fakat hayırdan râzı ve şerden (kötülükten) râzı değildir. Bunun diğer misalleri budur ki: Tabib (doktor),  icrâ-yı tabâbet (doktorluk görevini yerine getirmek) için, halkın (insanların) marazını (hasta olmasını) murâd eder (arzular); fakat marazdan (hastalıktan) râzı değildir. Eğer râzı olaydı, tedâvî etmezdi. Kezâ (bunun gibi), ekmekçi halkın açlığını murâd eder (ister);  fakat açlıklarından râzı değildir. Eger râzı olaydı, ekmek satmazdı. Kezâ, (bunun gibi) muallim (öğretmen),  müteallimin (öğrencisinin) cehlini (bilgisiz, cahil olmasını) murâd eder (ister);  fakat cehle (cahilliğe, bilgisizliğe) râzı değildir. Eğer râzı olaydı, ta'lîm etmezdi (öğretmezdi)

Mesnevi:

Tercüme: “Eğer ben, bu kazâ ve makzînin (kaza olunan şeyin) bahsini (konusunu), intizâm ile (tam, düzgün olarak) açarsam, netîcede suâl (soru) ve cevâb uzun gelir.”

Şerh (açıklaması):  Ya'nî bu kazâ (kazanın kendi) ve makzî (kaza olunan şey) bahsinin, (konusunun) ehl-i kelâm kavâidine (kelam ehlinin kaidelerine) tevfîkan (uygun olarak) açılması, suâl (soru) ve cevâbın teselsül etmesine (ardı ardına gelmesine) ve kıyl ü kâlin (dedi, denildi gibi konuşmaların) uzamasına sebeb olur. Halbuki kazâ ile makzînin (kaza olunanın) hakîkati, ehl-i kelâm (kelam sahiplerinin) usûlüne tevfîkan (uyarak) icrâ edilecek bahis (üstünde konuşulacak mevzu edilecek konu) ve münâzara ile (konuşarak, ilmi tartışma yapmakla) münkeşif (açılacak, meydana çıkacak) olmaz. Bu mübâhase (iddialı konuşmalar) netîcede "hayret" tevlîd eder (doğurur). Hayret ise mâni'-i tefekkürdür (tefekküre engeldir).  Binâenaleyh (nitekim), bundan vazgeçmek evlâdır (daha iyidir). İmdi bu sualler (sorular) ve cevapların netîcesi "İlim ma'lûma (bilinene) tâbi'dir" (bağlıdır) kazıyyesine (meselesine) kadar gider. Bu mes'ele Fass-ı Üzeyrî'nin (Üzeyr bölümünün) "Allah için hüccet-i bâliğa (apaçık, kesin delil) sâbittir" (mevcuttur) buyrulmuş olan mahallinde (yerinde), Hak Teâlâ hazretleriyle küffâr (kâfirler) arasında alâ-tarîkı'l-muhâtaba (konuşmak suretiyle), şerhan beyân edilmiş (açıklanarak anlatılmış) olduğundan, burada tekrârından sarf-ı nazar olundu (kaçınıldı).  Oraya mürâcaat lâzım gelir.

Mesnevî:

Tercüme: "Aşk nüktesinin zevkı benden gider. Hizmet nakşı, başka nakış olur."

Şerh: Ya'nî kazâ (kazanın kendi) ve makzî (kaza olunan şeyyin) mübâhasesi. (mevzuunda konuşma) uzayınca, nükte-i aşkın zevkı benden zâil olur (biter, gider).  Halbuki ben ma'şûkun (sevdiğimin) kapısında hizmet-i aşk (aşk hizmeti) ile müstahdem (hizmet eden) bir bendeyim (hizmetçiyim). Bu hizmet nakşı, (nakışı, şekli)  başka nakşa (nakışa , şekle)   mübeddel (değiştirilmiş) olur. Ya'nî bî-aşk (aşksız) ve hâl (suret) olan ehl-i kelâm (kelam sahibleri) gibi, bâb-ı kıyl ü kâlde (dedikodu kapısında) müstahdem (hizmet eden) bir bende (hizmetçi) olurum. Ve hizmet-i aşk (aşk hizmeti) ki, makzîdir (kaza olunandır, hüküm olunmuş şeydir) ve nakkâşın (ressamın) nakş eylediği (çizdiği, resmettiği) nakş-ı hasendir; (güzel resimdir) ve bu i'tibâr ile (hususla) bu hizmet marzîdir. (beğenilendir) Eğer mübâhase (konu üzerinde sohbet) uzarsa başka bir makzî (kaza olunan şey olmuş) olur; ve o dahî nakkâşın (ressamın) nakş eylediği  (resmettiği, çizdiği) bir nakş-ı kabîh bulunur. (çirkin resim olur) Ve bu i'tibâr (husus) ile o makzî (kaza olunan) nâ-marzî olduğundan (beğenilmediğinden) bi't-tabi' (tabii olarak) ben ondan vaz geçerim.

İntihâ: 10 Kânun-î sâni 331 Pazar gecesi.

(Devam edecek)   

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-11.01.2005
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail