121. Bölüm

KELİME-İ SÂLİHİYYE’DE MÜNDEMİC “HİKMET-İ FÜTÛHİYYE”NİN BEYÂNINDA OLAN FASTIR

Ve bu şuhûdun sâhibi cemî'-i mevcûdâtın ma'zeretlerini, her ne kadar onlar i'tizâr etmedilerse de, onlar tarafından ikame eder ve bilir ki, muhakkak onda olan şeyin hepsi ondan oldu. Nitekim, biz onu "ilim ma'lûma tâbi'dir" kavlimizde zikrettik. Binâenaleyh ona, garazına muvâfık olmayan şey geldikde, nefsine der ki: "Ellerin bağladı; ağzın üfledi” Ve Allah doğru söyler ve sebîle hidâyet eyler (20).


Ya'nî kişiye hayır ve şerden her ne isâbet ederse, yine kendi nefsinden geldiğini müşâhede eden (gören) erbâb-ı ma'rifet (marifet sahibi kişiler),  cemî-'i mevcûdâtı (bütün varlıkları) harekât ve sekenâtında (duruşunda) ma'zûr (özürlü) görüp onların ma'zeretlerini yine onlar tarafından ikâme ederler (yerine getirirler) . Maahâza (bununla beraber), onların ma'zur (özürlü) gördükleri kimseler kendilerini ma'zûr (özürlü) görmezler; ve zannederler ki, kendilerine isâbet eden şey, nefislerinin hâricinden (kendilerinin dışından) gelmiştir. Halbuki şuhûdun (görüş) sâhibi, herkesin kendi nefsinde bi'l-kuvve (potansiyel olarak) mevcûd olan şeyin, fiilen ondan husûle geldiğini bilir. Ve bu hakîkat, "İlim mâ'lûma tâbîdir" (ilim, bilinene bağlıdır) kavlinde (sözünde) zikredilmiş (anlatılmış) idi. Ya'nî Hakk'ın ilmi, ma'lûm olan (bilinen) a'yân-ı sâbiteye (ilmi suretlere) tâbîdir;  (bağlıdır) ve irâdesi dahî ilmine tâbîdir (bağlıdır). Binâenaleyh (nitekim) onun garazına (maksadına) muvâfık (uygun) olmayan şey, kendine vâsıl olduğu (ulaştığı) vakit nefsine hitâben der ki: "Ellerin bağladı, ağzın üfledi'.  Ya'nî sana gelen şey, başkasından değil, ancak senin ayn-ı sâbiten (ilmi suretinin) iktizâsındandır. (gereğindendir) ............... beyne'l-arab (Araplar arasında) bir darb-ı meseldir (ata sözüdür). Ve bu darb-ı meselin (ata sözünün) sebeb-i vürûdu (geliş sebebi) budur ki, bir kimse denizden mürûr etmek (geçmek) murâd etti. Fakat vâsıta bulamadı. Bir tulumu üfleyerek şişirdi ve elleriyle ağzını bağladı. Velâkin bağını muhkem (sağlam) yapmadı. Vaktâki (ne zaman ki) o tuluma binip deniz ortasına geldi, ağzı çözülüp içindeki hava çıktı. Ol kimse suya battı. O sırada bir kimseden istiâne ettikde (yardım istediğinde) , ona bu darb-ı me­seli (ata sözünü) söyledi. Ve hadîs-i şerifde dahî .................................. ya'nî "Kim ki hayır bulursa Allâh'ı hamd etsin ve onun gayrini (ondan başka) bulan kimse dahî ancak nefsine levm eylesin!" (nefsini kötülesin) Ma'lûm olsun ki; "kazâ" mine'l-ezel ile'l-ebed (ezelden ebede kadar) â'yân-ı mevcûdât (belirmiş varlıklar, birimler) üzerine vâkı' olacak (gerçekleşecek) ahvâl-i câriyye (geçer durumlar) ve ahkâm-ı târiyye (bela  hükümleri) ile Hakk'ın hükm-i küllîsinden (tümel, tam hükümden) ibârettir.


Ve "kader" isti'dâdlarının vukû'unu (oluşmasını) iktizâ ettiği (gerektirdiği) evkât (vakitler) ve ezmân-ı muayyene (muayyen zamanlar) içinde, sebeb-i mahsûs (belli sebep) ile a'yânın (ilmi suretlerin) ve onların ahvâlinin îcâdından (yaratılmasından) ibârettir. Ve "sırr-ı kader" (kader sırrı) dahî, a'yân-ı sâbiteden (ilmi suretlerden) her bir "ayn"ın (ilmi suretin) vücûdda zâten (zat olarak) ve sıfâten (sıfat olarak) ve fiilen (fiil olarak) ancak kâbiliyyet-i asliyyesi (asıl kabiliyeti) ve isti'dâd-ı zâtîsi (kendi istidadı) iktizâsınca (gereğince) zuhurudur (açığa çıkışıdır) . Ve "kaderin sırrının sırrı" dahî odur ki, a'yân-ı sâbite, (ilmi suretler) Hakk'ın zâtından hâric (dışarda) umûr (işler, hususlar) değildirler ki, Hakk'ın ma'lûmu (bilineni) olsunlar ve 0'nun ilminde alâ-mâ-hiyealeyh (gerçeği üzere, olduğu gibi) müteayyin (meydana çıkmış, belli) bulunsunlar. Belki onlar Hakk'ın niseb (sıfatları) ve şuûn-i zâtiyyesidir (zatının fiilleri, işleridir). Binâenaleyh (nitekim) kendi hakîkatlerinden müteğayyir (farklı) olmaları mümkin değildir. Zîrâ Hakk'ın zâtıyyâtı (zatına ait hususiyetleri) ca'li (yapma, vücuda getirme) ve tağayyürü (farklı olmayı, başkalaşmayı) ve tebdîli (değişmeyi) ve ziyâdeliği (fazlalığı) ve noksanı kabûlden münezzeh (arı, beridir) ve müberrâdır (temiz, beri paktır). Ve bu umûr (işler, hususlar) ma'lûm olunca bilinir ki, Cenâb-ı Hakk'ın mevcûdât üzerine hükmü, a'yân-ı sâbiteye (ilmi suretlere) olan ilmine tâbi'dir (bağlıdır). Ve Hakk'ın ilminin a'yân-ı sâbiteye (ilmi suretlere) tâbi' (bağlı) olması o ma'nâyadır ki, ilm-i ezelînin (Allah’ın ezeli bilgisinin) ma'lûmda (bilinende, ilmi surette) ve emrin isbât veyâ nefyinde (olmasında veya olmamasında) hiçbir te'sîri  (etkisi) yoktur; belki onun ilminin taalluku (gerçekleşmesi) o vech iledir ki, o ma'lûm (bilinen (ilmi suret),  hadd-i zâtında (aslında) onun üzerinedir. Ve ilmin o ma'lûm (bilinen) hakkında bir gûnâ (türlü) te'siri (etkisi) ve sirâyeti (geçmesi, bulaşması) yoktur. Ve a'yân-ı sâbite (ilmi suretler) Hakk'ın niseb (sıfatları) ve şuûn-ı zâtiyyesinin (kendi işlerinin, fiillerinin) sûretleridir. Ve Hakk'ın nisebi (sıfatları) ve şuûn-ı zâtiyyesi (kendi işleri, fiilleri) tağayyür (bozulma) ve tebeddülden (değişmekten) ezelen ve ebeden mukaddes (mübarek, ari) ve münezzehdir (temiz, beridir).  Binâenaleyh (nitekim) a'yân (manalar, ilmi suretler) dahî kendi zatlarında ne hâl (oluş) üzere idiyseler, onların o hâlden tağayyürleri (değişmeleri) mümteni'dir (düşünülemez). Ve Hakk'ın onlar üzerine hükmü dahî kabiliyetleri iktizâsınca (gereğince) ve isti'dâdları mûcibince (gereğince) olur. Lisân-ı isti'dâd (istidatlarının dili) ile Hazret-i Hak'tan ve Cevâd-ı mutlaktan (mutlak’ın  cömertliğinden) her ne taleb etmişlerse (istemişlerse); ister derekât-ı şekavetten (alt seviyedeki cehennemliklerden) olsun, ister derecât-ı saâdetten (üst basamak cennetliklerden) olsun, lâyık oldukları şey bilâ-ziyâde (fazlasız) ve lâ-noksan (eksiksiz) kendilerine atâ (ihsan olunur, verilir) ve in'âm olunur (nimetlendirilir).

(Cevâhir-i Gaybîyye'den tercüme.)


İmdi Hz. Şeyh (r.a.), bu fass-ı lâtîfde (ince eserde) beyân buyurduğu (açıkladığı) hakâyıkın (hakikâtlerin) lisân-ı mübâreklerinden (mübarek lisanından) cârî olan (akıp geçen) kelâm-ı Hak (Hakk’ın sözleri) olduğuna işâreten ........................... buyururlar. Zîrâ bu Fusûsu'l-Hikem'in mukaddimesinde (başlangıcında) dahî beyân buyurdukları (açıkladıkları) üzere, bu kitâb cenâb-ı Fah­r-ı risâlet (s.a v) Efendimiz tarafından ilkâ buyrulmuştur (ilham edilmiştir) ve Sallallahu aleyhi ve sellem'in kelâmı (sözleri) ise ............................................ (Necm, 53/3-4) âyet-i kerîmesinin şehâdeti üzerine kelâm-ı Hak'tır (Hakk’ın sözleridir) ve Şeyh-i Ekber (r.a.) dahî vâris-i nebevîdir (Peygamberimizin mirasçısıdır) . Binâenaleyh (nitekim) onun kelâmı (sözleri) dahî kelâm-ı Hak'tır.(hakk’ın sözleridir)  ................................. (Tâhâ, 20/47)
 

İntihâ:  11 Teşrin-i evvel 332; 26 Zilhicce 334 Salı gecesi, sâat 4.

(Devam edecek)

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-06.07.2004
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail